14 Temmuz 2008 Pazartesi

İşte ben... :)

Ajansta Müşteri İlişkileri ekibi her hafta beyaz tahtaya bir kişiyi konu ediyor. Elle yapılan bu çizimde o kişinin özellikleri var o yüzden bunu günlüğe koyayım dedim, siz de görün. :)

İşte ben: Sürekli nutella yiyen, HP Laptop'una bağımlı yaşayan, şıngırtılı bilezikler takıp parmak arası terlikler giyen, Türk Kahvesi bağımlısı, boyuna brief okuyup düzelten ve status report'larla (Türkçesi durum raporu ama ağzımız alışmış ne yazık ki) gezen bir karakter... Sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim? :))






















11 Temmuz 2008 Cuma

Erol Mütercimler'in şu yazısı...

Bu yazı bence önemli, burada yayınlamaya ve okumayanların okumasına değer gördüm. Yazının tam tarihini bulamadım ama zaten içeriği tam tarihini de belli ediyor...

Dengir Mir Mehmet Fırat'ı üç gündür izliyor ve dinliyoruz. "Atatürk devrimleri toplumda travma yarattı" sözlerine gelen tepkilere karşılık vermeyi sürdürdü. Fırat, gazetecilerin soruları üzerine şöyle dedi:

" Devrimler kötü demedim, ama bir gecede tekke ve zaviyeler kapanmadı mı? Şeyhülislamlık sona ermedi mi? Dünyanın her yerinde devrimler böyle yapılıyor. Türkiye'de de bir travmaydı. Bu konuda konuşanlar eğer bunların tamamını okuduysa ben Meclis'in ortasında eşek gibi anıracağım... Okumadan konuşuyoruz" (Taraf, 25.06.08,s.10)

Özellikle, AKP'ye taraf Kemalist cumhuriyete muhalif olanların kendisine taraf seçtiği Taraf gazetesinden alıntı yaptım.

Haklısınız Dengir Bey, okumadan konuşuyorsunuz. Bilgi olmadan fikir üretenlerle ne yazık ki aynı safta yer aldınız.

Eğer Türk devrim tarihini okumuş olsaydınız, şimdi "eşek gibi anırırım" demek zorunda kalmayacaktınız.

Müsaadenizle yanlışlarınızı ben düzelteyim.

Ben kim miyim?

Laik Kemalist cumhuriyetin 30 yıllık öğretmeniyim ve 10 yıldan fazladır da üniversitelerde " Türk Devrim Tarihi" dersi de okutmaktayım! Yani söz söyleme hakkım var!

İçinize sindiremediğiniz Kemalist devrimler bir gecede olmadı. Hepsinin planı projesi vardı ve uzun yıllara dayanan düşüncenin ürünüydü.

Bu nedenle sizin sandığınız gibi, halkın üzerinde travma yaratmadı.Ancak, doğrusu bazılarında yarattı.

Kimlerde mi?

Halife padişahta ve onun çevresindeki İngiliz işbirlikçisi hainlerde.

Başka kimlerde?

Dini kazanç kapısı yapanlarda.

Başka kimlerde?

Laikliği içine sindiremeyenlerde.

Daha Erzurum Kongresi günlerinde (Temmuz 1919). Mazhar Müfit Kansu'ya "yaz çocuk" der. Ve not defterine savaştan sonra, cumhuriyeti kuracağız diye başlar, sırasıyla tüm devrimleri alt alta dizer.

Mazhar Müfit de ona inanmaz! Ama yıllar sonra " kaçıncı maddedeyiz çocuk!" dendiğinde ayıkır. Mahcubiyetten kıpkırmızı olur. Çünkü onda utanma duygusu vardır.

Başka bir öyküyü Sovyet Elçisi Aralov'dan dinleyin; belki, o zaman, kimlerin travma geçirdiğine siz de ayıkırsınız.

"Daha taarruzdan önce yanında bulunduğum sırada Mustafa Kemal Paşa: Kadınların kurtuluşu için bir savaş açacağını, ilk öğretimi geniş ölçüde yayacağını, millî ekonomiyi, sanayii, köy ekonomisini, kültürü geliştireceğini söylemişti..." (S.İ.Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları, çev. Hasan Ali Ediz, s.225-226)

Yine Aralov'un anılarıyla sürdürüyorum, asıl travmatik kısmı burası...

Gazi 2 Nisan 1922 tarihinde yanında Sovyet Elçisi Aralov ile birlikte Konya'dadır.

"O gece iki medreseyi ziyaret ettik. Kanlı, canlı hemen hepsi de genceceik mollalar medresenin avlusunda dizilmişlerdi. Bunların yanında, geniş cüppeli, beyaz sarıklı hocalar da yer almıştı. Hepsi de yerlere kadar eğilerek Mustafa Kemal Paşayı selamladılar. Bunların içinden biri, bunların başı ve en nüfuzlusu, Mustafa Kemal Paşa'dan, Medrese sayısını artırmasını rica etti. Bu zat, ayrıca, medrese öğrencilerinin askere alınmamalarını da istirham etti.

Hoca konuşurken Mustafa Kemal'in kendini tuttuğu belli oluyordu. Ama, medrese öğrencilerinin askere alınmamaları söz konusu olunca, artık kendini tutamadı ve yüksek sesle, sertçe:

'Ne o, dedi. Yoksa sizin için medrese, Yunanlıları mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde döğüşür, yurt için canlarını feda ederken, siz burada genç, sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz!..'

Mustafa Kemal konuşurken gözleri daha korkunç bir hal alıyordu:

'Bu asalakların askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim!'

Hocalar sindiler, ama yüzleri öfkeden kıpkırmızı kesildi, yabancıların yanında hükûmet başkanı onları paylamıştı.Mustafa Kemal Paşa bize dönerek:

'Hadi gidelim, dedi, artık burada bizim için yapılacak bir şey kalmadı. Ve şöyle, isteksizce bir selam vererek oradan ayrıldı.'

Mustafa Kemal Paşa otomobilde uzun bir süre yatışmadı: 'Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağım! Herşeyden önce onların malî dayanaklarından, vakıflardan, yoksun edeceğim. Yurt topraklarının büyük bir parçası, neredeyse üçte ikisi, belki daha çoğu vakıftır. Bu topraklar mollaların yaşam kaynaklarıdır. Bunların çoğu köylülerin elinden alınmış topraklardır. Buna son vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar.'

Mustafa Kemal, Anadolu topraklarında, şimdi gördüğümüz dinç, sağlam delikanlıları askerden kaçıran 17 bin medrese bulunduğunu söyledi. Bu tam bir kolordu demekti. Medrese öğrencilerinin şimdiye kadar niçin askere alınmadıklarını sormam üzerine, Mustafa Kemal, bunların askere alınmaları için gerekli emrin verilmiş olduğunu söyledi. Bu devrimci adım, subaylar arasında büyük bir sevinç yaratmış ve bu olay, son günlerin en çok üzerinde durulan bir konusu haline gelmişti." (S.İ.Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları, çev. Hasan Ali Ediz, s.104-106)

Travma geçirenler, birinci meclisin muhalifleridir. İskilipli Atıf Hoca ile bugünkü laiklik düşmanlarıdır. Travma geçirenler, kadının çarşaftan, peçe arkasından kurtuluşunu içini sindiremeyenlerdir. Menemen'de Kubilay'ın başını kesen Nakşi şeyhi müridleridir. Başka kimdir? Mustafa Kemal'i idama mahkum eden Şeyhulislam'dır!

İnsanlık tarihinin en önemli komutan ve devlet kurucularından olan Mustafa Kemal'i, ötekilerden ayıran en önemli niteliği aslında devrimciliğidir. İhtilalden devrime evriliş, hem kararlılık hem de olağanüstü cesaret ister. Bu büyük dahîde bu iki niteliğin birleştiğini görmekteyiz.

Türkiye Cumhuriyeti'ni öteki cumhuriyet örneklerinden ayıran temel özellik, "egemenliğin tanrıdan alınıp bireye verilmesi, kuldan vatandaş, ümmetten millet yaratılması; bunun da laik düşünce sistemi üzerine oturtulmasıdır." Yani aklın egemen kılınmasıdır.

Sosyal yaşantıyı düzenleyen devrimler laiklik eksenine oturtulmuştur. Kılıç Ali'nin anılarında okursunuz; Gazi'nin, Meclis kürsüsünden bir milletvekilinin laikliğin tanımını isterken, alaycı üslupla sorduğu soruya verdiği yanıtı belleklerden çıkarmamak gerekiyor: "Adam olmak, demektir, hocam, adam olmak!"

Gazi Mustafa Kemal, kendisinden sonraki meclisler gibi, kararları halkın önünden kaçırarak, gece yarıları almadı. Dengir Fırat burada yanıldı!

Herkes bilgi sahibi olsun, hiç kimse eşek gibi anırmasın insan gibi konuşsun.

Annem yine yollarda...

Annem gezgin, gerçekten gezgin. Hani ruhu gezgin tamam da, kendinin de gezmediği az yer kaldı. Fest Turizm'de (bilenler iyi bilir) Faruk Pekin bağımlısı bir grupları var. Faruk Pekin; Türkiye'nin en önemli turizmcilerinden, rehber, Fest Turizm'in kurucusu, hatta Açık Radyo'da da programı vardı bir zamanlar anımsayabildiğim kadarı ile. İşte bu olağanüstü rehbere bağımlı bu grup; birçok insana absürd gelebilecek yerlere seyahatler yapıyorlar. Faruk Bey'in şöyle bir özelliği var, grubunu götüreceği yere çok önceden gidiyor, tarihini, kültürünü detaylı araştırıyor, kalınacak yerleri inceliyor, kalıyor, yemek yenilecek yerleri test ediyor hatta bunları bir kaç kez yapıyor ve kendi tatmin olduğunda, kendi seçtiği grubu oraya götürüyor. Bu turlar normalden çok daha pahalı ama her şey ama her şey dahil olduğundan cebinizden pek para çıkmıyor çünkü alışverişe de karşılar zaten. Yani sadece yerel değeri olan objelerin satın alınabileceği yerlere belli saatlerde gidiyorlar. Fest ve Faruk Pekin böyle bir şey işte. Annem de onun müritlerinden ve bu Pazar günü Transsibirya Gezisi başlıyor.

Gezi aslında bir Moğolistan-Rusya turu. Ama temel özelliği gezinin önemli bir kısmını trende yani Transsibirya Treni'nde yapacak olmaları. Yani trenle, dura dura gidecekler. İlk durakları Vladivostok. Vladivostok; Rusya'nın Güney ucu ve Japonya ile de karşı karşıya, Çin ve Kuzey Kore sınırına yakın bir yer. 6 üniversitesi ile Rusya Uzakdoğusu'nun eğitim ve kültür merkezi olan muhteşem bir şehir, aynı zamanda da donanma ve askeriye limanıymış. Bakalım annem ne düşünecek? Burada Transsibirya Ekspres'ine dahil olduktan sonra; ilk durakları Habarovsk'a uğrayacaklar ve Amur Nehri'ni geçecekler. Habarovsk da Uzak Doğu Rusya'nın Vladivostok'tan sonraki 2. büyük kenti ve Çin Halk Cumhuriyeti sınırına sadece 30 km. uzaklıkta. İnsan dünyayı böylesine geniş bir açıdan görünce ne kadar garipsiyor değil mi? Rusya da inanılmaz büyük bir ülke gerçekten. Kuzey Yarımküre'yi tamamen kaplıyor.

Bundan sonraki durakları Ulan Bator. Bana en çok heyecan veren yerlerden biri Moğolistan. Köklerimizi biraz orada hissetmemizden midir nedir, oraya gidiyor olmayı çok heyecan verici buluyorum, annem çok "cool" duruyor ama. Burada Gobi Çölü'nde bulunan dinazor iskeletlerini de görecekleri bir çok müzeye gidecekler ve en önemlisi Tonyukuk yazıtını ziyaret edecekler. Ertesi gün ise Ulan Ude'ye giriş yapacaklar. Burası Buryat Özerk Cumhuriyeti'nin başkenti, Baykal Gölü de hemen batısında yer alıyor. Buryat'lar Moğol kökenli bir halk, aynı bölgede başka Moğol Cumhuriyetleri de var. Daha doğrusu özerk bölgeler; Aga Buryat Özerk Bölgesi, Ustorda Özerk Bölgesi gibi. Sibirya bir deniz gerçekten ve biz orası ile ilgili ne kadar az şey biliyoruz!

Hazır gelmişken Baykal Gölü'ne de yapılacak geziden sonra ertesi gün Irkutsk'a gidecekler. Bu şehir de Sibirya'nın Paris'i diye biliniyor. (Türkiye'nin Gaziantep'i gibi!) Nedense güzel olan şehirlere hep Paris benzetmesi yapılıyor, ilginç bir şey. Ya da kendine has olanlara mı demeli, tam bilemedim. Bu şehir Sibirya'nın ilk üniversitesini barındırmasının yanısıra; bir de dünyanın en önemli kürk üretim merkezlerinden biriymiş (ne yazık ki!).

Trenle tam gün yolculuklar yaparak ilerleyecekler çünkü mesafeler akıl almaz. Yani başlangıç noktası olan Vladivostok ile bitiş noktaları olan Moskova arası 9.259 km!! ve seyahat 6 gün 5 saat ve 19 dakika sürüyor. Her şey çok dakik olduğundan bu saatler de pek şaşmıyormuş. :) Aynı bizim memleket, allah için...

Bu tam gün yolculuklarda Krasnoyarsk'dan geçecekler mesela. Yenisey Irmağı'nın iki yanına kurulmuş bir şehir. Burası da dağları ve nehirleri ile çok seyirlik ve popülerliği de gittikçe artan bir şehirmiş araştırmalarıma göre. Ayrıca buraların kültürü de pek kimselere benzemediğinden etnik öğeler çok ilgi çekici diye yazıyor kaynaklarda.

Bir sonraki durak olan Novosibirsk de önemli bir şehir. Sibirya bölgesinin en büyük şehri; 1893'de kurulmuş. Moskova ve St. Petersburg'dan sonra Rusya'nın 3. büyük kültür ve bilim şehri olarak tanımlanıyor. Rusların bu şehir kurulma tarihleri de acayip geliyor bana, belki de bizde öyle kesin tarihler bulmanın mümkün olmadığından. Hani insana şöyle geliyor; sanki bundan 200 yıl sonra torunlarımızın torunları şöyle diyecek: Bahçeşehir; 1994'de kurulmuş, hızla gelişmiş, Marmara Bölgesi'nin küçük ama şirin şehirlerinden biridir!!! :) Herneyse; Novosibirsk'ten sonraki durak Yekaterinburg da Urallar'ın en büyük kültür merkezi sayılıyor. Rusya'nın 3. büyük şehri ve maden ve hammadde zenginliği ile çok önemli de bir endüstri kentiymiş.

Son durak Moskova'dan önceki ziyaretleri Kazan kentine olacak. Kazan; Tataristan'ın başkenti ve UNESCO'nun dünya mirası listesindeki kentlerden biri. Büyük İdil Yolu üzerinde. İdil yani Volga nehri de; malum, dünyanın en önemli nehirlerinden biri. İlginç bir kent, yarısı Müslüman yarısı Ortodoks halkı ile biraz doğu batı sentezi olarak algılanan bir yermiş. Tatarlar da Türk kökenli ve geçmişte burada yaşayan İdil Hanlığı da müslümanlığı ilk kabul eden halkmış bu arada.

İşte annemin önümüzdeki 14 gününün kısa özeti. Görmeden ne kadar doğru yazmışımdır ve ben ne zaman gidip oraları görebilirim ama umarım en kısa zamanda bize de gitmek nasip olur. Özeniyorum kendisine ve takdirlerimi bir kez daha belirtiyorum kendini bu kadar dünyayı keşfetmeye adadığı için. Hani çok gezen mi çok okuyan mı bilir derler ya, benim annem ikisini de yaptığından bu konudaki bir münazarayı olanaksız hale getiren bir karakter. :)

İyi yolculuklar dileyeyim ve işime döneyim ben, ne de olsa biz de 1 hafta sonra tatildeyiz ve biz de naçizane Çanakkale-Bozcaada yollarına düşeceğiz. :))

9 Temmuz 2008 Çarşamba

30 olmak...

Bugün sevgili ZB'nin doğumgünü. Hem de önemli bir doğumgünü çünkü 30. yaşını bitiriyor. 30 olmak; 20'li yaşlarından çıkmış biri için bir yandan pek ağır bir yandan ise gurur verici. Ben kendimi çoook büyümüş hissetmiştim. İşin ilginç tarafı o yıl bir çok önemli olay olmuş ve beni serseme çevirmişti. Bunları şimdi burada yazmayayım, ZB'nin doğumgünü boğuntuya gelmesin.

İyi doğdun güzelim ve 30'lu yaşlar sana çok ama çok mutluluk getirsin, herşeyin en güzelini senin için diliyorum...


2 Temmuz 2008 Çarşamba

Mısır'da Kampanya!!!

Bu ilan biraz önce bizim reklam yazıları grubunda bir arkadaştan geldi. Mısır'da başörtüsü takmayı teşvik edecek bir kampanya! Mısır'da örtünenlerin sayısı gittikçe artıyormuş. Kadının sadece bir arzu nesnesi olarak görülmesinden ve tüm erkeklerin "sapık" olarak kategorize edilmesinden ne zaman vazgeçilecek acaba merak ediyorum. Dünyada bu kadar çok bilimle uğraşan, dünyaya iyilikler vermek isteyen, aklı sadece bacak arasına çalışmayan insan varken; toplumları uyutmak için başka bir afyon bulsalar bari yoksa bu kadınlar isilik olacak!

İlanda iki lolipop var; biri ambalajlı, diğeri değil. Ambalajlı olan başörtülü kadını simgeliyor tabii ki, ambalajsız olanın ise üzerine sinekler konmuş. Mesaj şu: "Onları (erkekleri) durduramazsınız. Ama kendinizi koruyabilirsiniz".

Artık söyleyecek sözcük bulamıyorum. Allah herkesi ıslah etsin ve kendisini saçma sapan şeylere alet edenlerin de müstahakını versin inşallah.

Bunu da koymadan edemedim yani!

Mustafa Kemal, kurulacak devletin şekli ile ilgili toplumun her kesiminden insanlarla görüşmeler yaparken sıra, mollalar, şeyhler ve din büyüğü geçinen kişilere gelir.

Mustafa Kemal, bunlara haber göndertip, gelecek hafta kendileriyle bu konuyu görüşeceğini ancak konuşmalarının bir temeli olarak katılacak olan herkesin Bakara suresini 288. ayetine kadar okumalarını rica eder.

Toplantı günü gelip çattığında, Mustafa Kemal kürsüye çıkar ve sorar: "Arkadaşlar, buraya gelmeden önce hepinizden Bakara suresini 288'e kadar okumanızı rica etmiştim. Kimler okudu Bakara'yi 288'e kadar?" Salondaki bütün eller istisnasiz olarak bu ricayi yerine getirdiklerini belirtmek için havaya kalkar.

Bunu üzerine Mustafa Kemal sözlerine devam eder:"Beyler işte, kuracağımız devletin neden din temeline dayanamayacağının açıklaması: ''Bakara suresi 286 ayettir.''

Bir hatırlatayım dedim!

Bugünlerde başımıza gelenleri değerlendirmek için her zamankinden fazla Atatürk'e ihtiyacımız var. Hep birlikte bir kez daha okuyalım diye:

Ey Türk gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!