27 Ocak 2008 Pazar

Pazar günlerinin huzuru...

Saatin tik takları duyuluyor, arkamdan... Bir Fenerbahçe saati almış bana NC, sağolsun, eltim olur kendisi. :) Elti de ne komik bir laftır ama. Yine de seviyorum Türkçeye özel bu terimleri... CC, kanepede uyumakta... TV'de bakmadığım bir dizi, sesi geliyor yavaştan, güzel de bir müzik var arka planda... ND'yi aradım, dükkanda çalışıyordu, EE ise evde uyuklamakta... ŞE ile de konuştuk. Tamam oldu bizim ekip... Önümde bilgisayarım, içilmiş bir kahve fincanı, sigara, en çok sevdiğim şeylerden biri olan Nutella. Annem kızacak biliyorum sigara ile Nutella yeme, çok zararlı diye. İkisi birarada mı, ikisi de mi, yoksa sadece sigara mı zararlı, çok da önemi yok şu anda...

Pazar günleri bu saatleri seviyorum. Henüz yatmaya çok var. Yani Pazartesi paniğine gerek yok. Hava da karardı, uyuklamak için ideal saatler aslında. Aşağıdakiler da çok ses yapmıyor bu akşam. Her apartman dairesinin aksine bizde gürültüyü yapan aşağı dairedekiler. Yukarı bu kadar gürültü çıkar mı, çıkmaz aslında, imkansız geliyor kulağa ama bizde bu mümkün oluyor. CC'nin onları rahatsız edebilmek için süper teorileri var. Örneğin benim davula dev kolonlar bağlayıp kendisi güm güm güm çalacakmış. Ya da müziğin sesini en yüksek volümlü hale getirip evden çıkıp gidecekmişiz. Tabii yapmıyoruz bunları... :)

Herneyse, yine konuyu dağıttım. Pazar günlerini seviyorum diyordum. Özellikle de Pazar akşamları evde olmayı. Kitap okuyup, gazeteleri karıştırıp, Nutella kaşıklamayı. Boş boş bakmayı hatta. Aslında ertesi gün işe gidecek olmak rahatlatıyor insanı. Hiç işim olmasa, bir anlamı da olmazdı sanırım Pazar'ların. Hiç işim olmamasını nasıl da istiyorum bazen ama nasıl da korkutucu aslında. Biraz önce EE ile bunu konuşuyorduk telefonda. Öylesine bir kimlik ki insanın işi, bundan vazgeçmek sanki kendinden büyük bir parçadan vazgeçmek gibi... Hiç işim olmasın istiyorum diye diye sanırım 50 yaşına falan geleceğim ve emekli olmak zorunda hissedeceğim kendimi ya da annem gibi çalışacağım sürekli ama yok, hiç zannetmiyorum. Aslında en çok istediğim yazmaya zaman ayırmak. Umarım birgün bunu yapacak fırsatım olur.

Saat 18:30'u geçti... Yemek de yedik erken erken... Bugün yıllar sonra hazır çorba yaptım. Aslında benim için utanç verici kabul edilmesi gereken bir şey, malum yemekte doğallıktan yanayım güya. Ama bu Knorr'un katkısız bir çorbası. İçinde hiç bir katkı maddesi yok yani. Tarhana yapmak gibi yapılıyormuş, tüm malzemeleri kurutarak. Biraz inanılması zor geliyor ama itiraf edeyim tadı çok güzeldi. "Alaca" çorbası. Gayet tavsiye edebilirim...

Ah Pazar'ın keyfini çıkarmalı biraz daha, böyle boş boş yazılar yazıp, gazetelerde boş boş şeyleri okumalı, TV'de de gereksiz programlar seyretmeli. Ama "Mutluluk" vardı, Zülfü Livaneli'nin kitabından, belki de onu seyrederiz kimbilir. Seyretmemiştim ben, sanırım CC de öyle...

Şu dünyanın tüm kötülüğüne rağmen bazı şeyler insana umut veriyor işte. Bu Pazar da öyle bir duyguya kapıldım. Enseyi çok da karartmamalı. Allaha şükür deyip, oyuna devam etmeli... Tadını çıkartmalı... O kadar şanslıyız ki, değerini bilmeli!

1 yorum:

melontheroad dedi ki...

aynı gün,aynı şeyleri ben de düşünmüştüm.mutluluk filminden anladım.ne güzel,bu sabah da yazını okudum.
hazır çorbayı ben de hiç sevmem...
hapla beslenmeyi çağrıştırır bana.