26 Nisan 2010 Pazartesi

22 Nisan 2010 Perşembe

Fest Turizm

Annem, malum, gezgindir. Hep de Fest Turizm'le gezer, artık bir grup olmuşlar, dünyanın en ücra köşelerine birlikte gidiyorlar, özellikle de Faruk Pekin'in peşinde, böyle ördek yavruları gibi.

Ben de, Fest Turizm'le kısıtlı tecrübemden son derece memnun kaldığımdan ve saygı duyduğum tek turizm şirketi olduğundan burada programın linkini yayınlayayım dedim, olur ya görmeyen vardır, ilginizi çeker.

http://www.festtravel.com/tr/sonprogram.asp

İyi yolculuklar. :))

21 Nisan 2010 Çarşamba

Akıl ile zeka arasındaki fark...



Akıl yalanla gerçeği, doğru ile yanlışı ayırabilme, bir konuda düşünce yürütebilme ve görüş bildirme yeteneğidir. İnsan olgunlaştıkça aklı gelişir. Zeka ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama ve açıklayarak çözme yataneğidir. Genel olarak 12 yaşına kadar gelişir, 20 yaşına kadar sürer sonra sabit kalır. Zeka bir insanın her türlü olay karşısında aynı yeteneği gösterebileceği anlamına gelmez. Bir besteci müzik yapıtını aklıyla değil zekasıyla yaratır. Fakat en basit matematik problemini çözemeyebilir. Sonuç olarak zeka, ruhsal olaylara, algı ve hafıza yeteneğine, tutkulara, eğilimlere göre farlılıklar gösterir. Akıl somut olarak ölçülemez, zeka IQ denilen testle ölçülebilir.

18 Nisan 2010 Pazar

Esse'yi Seviyorum!

Esse'ye bayılıyorum. Gazetelere verdiği kılıf ilanlara (cover için kılıf en uygun geldi bana, başka fikri olan var mı acaba?), ilanlarına, mağazalarına ve tabii ki ürün gamına gerçekten bayılıyorum. Esse'ye baktıkça bütün mutfak eşyalarımı yenilemek için derin bir istek duyuyorum...

Bugün yine Kelebek ile ön kapak ve ön kapak içi kılıf girmişlerdi. Burada Essenso'nun Provence Dökme Demir Tencerelerine, bakır cezvelere ve bakır çaydanlıklara, minik kahvaltı servisliklerine bayıldım. Arka sayfada ise hayallerimdeki tost makinesi var, fiyatı da 149 TL. Uygun sayılabilecek bir fiyat. İlk fırsatta almak istiyorum inşallah.

Alzheimer Korkusu

Yıllar önce, anneannemin evde bakımı ile baş edemeyince (büyük suçluluk duyguları ile kıvranarak) onu yatırdığımız bakımevinde Alzheimer gerçeği ile karşı karşıya gelmiştim... Öğretmen, avukat gibi meslek sahibi nice kadının dünya ile bağlantısını kopardığına tanık olmak içimi fena halde acıtmış, bayağı da korkutmuştu doğrusu. Annem ise her zamanki rasyonel, tedbirli hali ile bu hastalıktan korunmanın yollarını araştırmış, sıkı bir şekilde de uygulamaya girişmiştir. Bu bağlamda annemi sürekli bulmaca çözerken, dişlerini ters eli ile fırçalarken, evine başka başka yollardan giderken, sol eli ile yazı yazarken görebiliyoruz. :)

Bugün eniştem MG'den gelen bir mailde de Alzheimer ile mücadele etmenin güzel bir yolu tavsiye ediliyordu, ben de fırsat bu fırsat bunu paylaşayım istedim. Bu meşhur doktor Mehmet Öz'ün tavsiyelerinden biriymiş. Şöyle ki:

Mümkünse, her sabah veya akşam, günde bir kez olabilir, sert bir zemin üzerinde, çıplak ayakla, sağ ve sol ayak üzerinde, GÖZLERİNİZ KESİN TAM KAPALI her iki kolunuz yanlara T şeklinde açık, yaklaşık 30 sn.'de 100'e kadar, tek ayak üzerinden "sesli" sayarak DENGE'de durma eğitimine vücudunuzu ve beyninizi mutlaka ACİL alıştırınız. İlk bir hafta sayamamanız çok normal. İlk bir haftadan sonra, 100'e kadar sayarak bu eğitime vücudunuzu alıştırırsanız, ileride kesinlikle Alzheimer konusunda sorun yaşamazsınız.

diyor kendisi...

Alzheimer inanılmaz ilginç bir hastalık. Benim referans kitaplarımdan olan Louis L. Hay'in "Düşünce Gücüyle Tedavi"'de Alzheimer'in nedenleri olarak "yaşamı terketme arzusu", "hayatı olduğu gibi kabul edememek/kabul etmeyi reddetmek", "çaresizlik ve yetersizlik", "yoğun öfke" gösteriliyor. Aslında (bana göre) çoğu hastalık gibi Alzheimer da geçmişimizde yaşadıklarımızla başa çıkamayıp geleceğin de benzer olacağından ve böylece elimizde heba olmuş bir yaşamla ölüp gidecek olma fikrinden doğan korku ile ortaya çıkıyor. Bana kalırsa bunun en yoğun yaşandığı ve bilinçaltında şalteri tamamen kapatmanın daha kolay görüldüğü, kişinin kendini tamamen korumaya aldığı bir yaşam durumu.

Bu durumda yaşamın lineer bir akış içinde ilerlemediğini, her günün yeni bir gün, her anın yeni bir an olduğunu, geçmişte olan olumsuz deneyimlerin bu "an" için, dolayısı ile gelecek için referans olamayacağını kabul etmekle işe başlamalıyız. Güvensizlik, korku, bağışlayamama, içerleme, öfke gibi olumsuz duygular o kadar güçlüdür ki, bunlarla savaşıp yoketmek için en az onlar kadar güçlü olmak, bu duygular, düşünceler bastırdığında aklımızdan kovmak için sabırlı ve kararlı olmak gerek diyorum.

Geçmiş defterleri kapattığımızda elimizdeki yepyeni bembeyaz sayfaları ile tertemiz defterimizi açabiliriz artık. O zaman da Alzheimer, kanser, ülser vs. vs. zaten uzak olacaktır bedenimizden...

İyi Pazarlar herkese...

14 Nisan 2010 Çarşamba

"Ignorance is Bliss" (Aaaahhh! Ahh!)



Dunning-Kruger Sendromu

Televizyon izlerken birilerine bakıp da "Yahu bu adam bu sığlıkla nasıl buralara kadar gelebilmiş" diye düşündüğünüz oldu mu hiç?

Ya da işyerinizde sizinle aynı ya da daha üst aşamada bir görevde olan bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı? Onlara bakıp "Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez?" diye iç geçirdiniz mi?

Justin Kruger ve David Dunning adlı iki ABD'li bu hissi çok yaşamış olacak ki, iki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya attı:

"Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır."

Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:

· Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.

· Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.

· Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.

· Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.

Bitmedi...

Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi...

Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin “kendilerine güvenleri” müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşündükleri; hatta "iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları" ortaya çıktı.

Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise “en alçakgönüllü” deneklerdi; soruların yüzde 70' ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı.

Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu'nun metni yazıldı:

“İşinde çok iyi olduğuna” yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!

Ancak bu ‘cahillik ve haddini bilmeme’ karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur.

‘Eksiler’ kariyer açısından ‘artıya’ dönüşür.

Sonuçta, ‘kifayetsiz muhterisler’ her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler…

Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında ‘fazla alçakgönüllü' davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler...Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler... Muhtemelen üstleri tarafından da ‘ihtiras eksikliği’ ile suçlanırlar..."

Ne olur fazla mütevazı olmayın!...

"Siz de çevrenize şöyle bir bakın" diyeceğim ama eminim bu satırları okurken bile aklınızdan bir dolu yüz, bir dolu isim geçti...

Bence Dunning ile Kruger'in, bu çalışmalarıyla 2000'de, Nobel yerine Harvard Üniversitesi'nin Ig Nobel'ini alma nedeni "cahil olmamalarıydı".

Gönlümün Nobel"ini bu ikiliye vererek yazımı Bertrand Russel'in bir sözüyle bitiriyorum:

“Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.”

(gruptan, adsız)

13 Nisan 2010 Salı

Bugün Orhan Veli'nin doğum günü...

Orhan Veli. Gençliğimde en etkilendiğim şairlerden biri. Annemin, içinde sevdiği şiirleri o güzel yazısı ile kaydettiği ve benim sık sık karıştırdığım defterindeki en değer verdiğim şairlerden biriydi. Onun hüznü, benim o zamanki melankolik ruh halime ne kadar uyuyordu tanrım...
Bugünü onu anmadan geçmek ayıp olurdu dedim ve bu sabah yaşadığım duygulara uygun bu şiirini paylaşmak istedim...


Baharın İlk Sabahları

Tüyden hafif olurum böyle sabahlar
Karsı damda bir güneş parçası,
İçimde kuş cıvıltıları, şarkılar;
..........
..........

Orhan Veli Kanık

9 Nisan 2010 Cuma

Yıllar amma da geçmiş...

Sunum için çeşitli zaman çizelgesi (time-line için iyi mi acaba bu şekilde söyleyiş?) formatlarına bakıyordum, bunu buldum... Ne çabuk geçmiş o kadar zaman. Bende buradaki telefonlardan 4 tanesi vardı... Hala da (yanılmıyorsam) 6670 kullanıyorum. Telefonum 5 yıllık falan. Ama ahdettim i-phone alana kadar yenisini almayacağım. Haydi en kötü Nokia E-72 olsun. :)

8 Nisan 2010 Perşembe

"There is still hope"

Yüzüklerin Efendisi "İki Kule'de, Arwen'in neredeyse fısıldayarak söylediği ve insanın içini cızlatan ve canım çok fena sıkıldığında aklıma gelen cümle. "Hala umut var", "Benim hala umudum var", "Daha bitmedi, dur bakalım" falan gibi farklı şekillerde çevirilebilecek ama Türkçe'me olan bütün aşkıma rağmen bu şekilde İngilizce ve fısıldanarak söylenince etkisi daha bir başka olan cümle de diyebiliriz!

Günün ayakkabısı...


Buna alışabilirim. :)
Şuna bakar mısınız? Bu kadar güzel bir ayakkabı olabilir mi?
Bu model Cesare Paciotti'nin 2010 İlkbahar-Yaz Koleksiyonu'ndan bir parça. Aslında Paciotti'nin efsane bir spor modeli var, benim de sahip olduğum tek Paciotti o şimdiye kadar ama böyle topuklu modelleri de çok güzel, zaten hepsi de tüm dünyada taklit edilen modeller. Yani Paciotti de ayakkabı modasının modellerini çizen markalardan diyebiliriz.

7 Nisan 2010 Çarşamba

İşte bunu istiyorum...
















Bu, Jesse kitaplık. İtaldeko tarafından ithal edilip satılıyor... www.italdeko.com'da başka muhteşem tasarımları incelemek mümkün...

Ağla ağla nereye kadar?..

İlginç bir huyum var, komedi filmlerinde bile ağlayabilirim. Örneğin Çöpçüler Kralı'nda kayınpederin Apti'yi elinde çiçek ve lokumla kapıda bekletip bekletip sonra kovmasına birçokları güler ama ben bir güzel ağlarım ya da Gülen Gözler'de Vecihi'nin kovulmasına ya da Hababam Sınıfı'nda Kel Mahmut'un kalp krizi geçirmesine, ne bileyim böyle şeylere işte. Reklam filmlerine bile ağlamayı başarabilen ben, bu son Anadolu Sigorta reklam filmine her seyrettiğimde ama her seyrettiğimde ağlıyorum. Tüm ekibine helal olsun, fikir de, prodüksiyon da süper...

6 Nisan 2010 Salı

Günün ayakkabısı...


























Şu, aşağıdaki mor ayakkabıya bakınca hergün bir ayakkabı fotoğrafı koyasım geldi. :) Arşivime koyduğum bir çok ayakkabı fotoğrafı arasından yine bu moru seçtim ya, inanamıyorum. Bu mor hastalığı ne olacak bakalım? Gören de beni gerçekten çok frapan giyinen, bir de hergün mor giyen biri sanacak! :)

Not: bu da Jimmy Choo'nun 2010 İlkbahar Yaz modellerinden biri. Haksızlık etmeyeyim. Marka ile ilgili yazı yazıp ayakkabı modellerinden birinin fotoğrafını koymamışım, fotoğrafını koyduğum yazıya da markayı yazmamışım. :) Allah bana akıl fikir versin, ne diyeyim?

http://breathingearth.net/

Site çok başarılı... Her ülkenin ipliğini pazara döküyorlar. Karbon salınımları konusunda gelmiş geçmiş en başarısız, en umursamaz ülkelerden biri olarak artık bir şeyler yapmanın zamanının geldiğini düşünen yok mu gerçekten? Ben dahil...