Sıradan bir kadının yaşamı, gitiği yerler, günlük düşünceleri, hayata bakışı, rahatsız oldukları, mutlu oldukları, çevresindeki insanlar, merak ettikleri, ilgilendikleri vs. vs. vs.
30 Mart 2010 Salı
Communique
26 Mart 2010 Cuma
Jimmy Choo
23 Mart 2010 Salı
Reklamcılara Kitap Önerileri
Aytül Gülçelik - Ajans Başkanı / Ogilvy&Mather
A New Brand World, Scott Bedbury
Trading Up: The New American Luxury, Michael Silverstein, Neil Fiske
The Courage to Create, Rollo May
The One-to-One Fieldbook, Don Peppers and Martha Rogers
The Tipping Point, Malcolm Gladwell
Haluk Sicimoğlu - Ajans Başkanı / Alice BBDO
Understanding Brands:
By 10 People Who Do, Don Cowley
World’s Greatest Brands, John Wiley&Sons
Driving Brand Value, Tom Duncan
Managing Brand Equity, David A.Aaker
The 22 Immutable Laws of Marketing, Al Ries/Jack Trout
Hakan Senbir - Stratejik Planlama Direktörü / Art Grup
The Use of Lateral Thinking, Edward De Bono
PO: Beyond Yes and No, Edward De Bono
Olumlu Devrim’in El Kitabı, Edward De Bono
Altı Şapkalı Düğünme Tekniği, Edward De Bono
Altı Ayakkabılı Uygulama Tekniği, Edward De Bono
Rekabetüstü, Edward De Bono
Stratejik Düşünme-İş, Politika ve Günlük Yaşamın Rekabetçi Yanı, K Avinash Dixit, Barry Nalebuff
İzinli Pazarlama, Seth Godin
Mor Ynek, Seth Godin
Gelecek Zamanda Düşünmek, Jennifer
Kotler ve Pazarlama, Pazar Yaratmak, Pazar Kazanmak ve Pazara Egemen Olmak, Philip Kotler
BrandChild, Martin Lindstrom
İnsanlar Neden Alışveriş Yapar, Paco Underhill
Prof. Dr. Nükhet Vardar / Elizi Danışmanlık
Advertising Manager, Aaker Myers
Otto Klepner’s Advertising Principles, T. Russell & G. Verrill
The Creative Marketer, Simon Majaro
Accountable Advertising, Simon Broadbent
When to Advertise, Simon Broadbent
Planning Media, W. J. Donnelly
Serdar Erener
What’s in a Name?, John Philip Jones
Does It Pay To Advertise?, John Philip Jones
How Much Is Enough?, John Philip Jones
When Ads Work, John Philip Jones
How Advertising Works, Colin McDonald
Haydi iyi okumalar! :)
Bahar geldi, iyi ki dooooğğdduuumm...
20 Mart 2010 Cumartesi
Doğadaki Ayak İziniz...
Diğer canlılar gibi biz de gereksinimlerimizin tamamını doğadan karşılıyoruz. Gereksinimlerimizi karşılayabilmemiz ve bunun sonucunda çıkan atıkların yok edilebilmesi için ne kadar “doğa” gerektiği “ekolojik ayak izi” denen bir kavramla anlatılıyor. Ekolojik ayak izini hesaplayabilmek için insan etkinlikleri sonucunda hangi doğal kaynakların ne ölçüde kullanıldığı ve her birini yerine koymak için ne kadar doğal üretim alanı gerektiği gibi birçok veri gerekiyor. Bu verileri bir araya getiren araştırmacılar, en basit şekliyle ekolojik ayak izi = tüketim x gereken üretim alanı şeklinde bir formülle bunu hesaplıyorlar. Ülkelerin, kıtaların ya da dünyanın toplam ayak izini bulmak için bireylerin ortalama ayak izini çarpmak gerekiyor. Buradaki tüketimi yalnızca bireylerin günlük yaşamlarında yaptıkları tüketim gibi düşünmek gerek. Bir ülkenin yaptığı ve kaynakların kullanılmasını gerektiren tüm etkinlikler (ticari, askeri, hatta bilimsel) birey başına düşen ayak izinin artmasına yol açar.
Bu hesap işi eğlenceli bir etkinlik gibi görünse de “ayak izimizin Dünya’nın ne kadarını kapladığı” sorusunun yanıtı kaygı verici. Çünkü Dünya’daki tüm insanların ekolojik ayak izleri toplamı şimdiden gezegenden taşmış durumda. Şu andaki gereksinimlerimizi sürdürülebilir biçimde, yani gelecek kuşakların kaynaklarını da tüketmeden karşılayabilmemiz için bize bir Dünya yetmiyor; onun üçte biri kadar fazlası gerekiyor. Oysa yalnızca tek gezegenimiz var. Bu gezegen, üzerinde milyarlarca yıldır yaşayan sayısız canlı türüne ev sahipliği yapıyor ve kaynaklar üzerinde oluşturduğumuz baskı nedeniyle günümüzde bu türlerin çoğunun geleceği tehlike altında.
Alışkanlıklarımızı değiştirmediğimiz sürece doğadaki kaynaklar giderek daha da hızlı bir şekilde tükenecek. Varlığımızı sürdürebilmemiz için tükettiğimiz kaynakların, yerine konulabilir yani “yenilenebilir” olması gerek. Bu gün pek azımız bunun farkında olsak da doğa son zamanlarda bunu bize anımsatmaya başladı.
“Küresel ısınma” dediğimiz olay, bunun en iyi göstergesi. Küresel ısınmanın en önemli nedeni karbondioksit salımıdır. Hemen her türlü insan etkinliği sırasında atmosfere çeşitli oranlarda karbondioksit salınır. Karbondioksit, sera etkisi yaratarak atmosferin küresel ölçekte ısınmasına neden olur. Karbondioksit, karalardaki bitki örtüsü ve okyanuslar tarafından emilerek atmosferden uzaklaştırılır. Ne var ki, günümüzdeki karbondioksit salımı doğanın dengeleyemeyeceği kadar yüksek düzeyde.
Tüketim, karbon tüketimi (özellikle fosil yakıtların yakılmasıyla), su tüketimi ve gıda tüketimi gibi bileşenlere ayrılabilir. Bunların yerine konulabilmesi için gereken üretken alanlar da bu bileşenlerin ayak izini oluşturur. Yani ekolojik ayak izi, “karbon ayak izi”, “su ayak izi”, “gıda ayak izi”, gibi bileşenlere ayrılabilir. Böylece her bir bileşenin ekolojik ayak izinin büyüklüğüne ne kadar etkisi olduğu daha iyi görülebilir. Karbon ayak izi, ekolojik ayak izinin en büyük bileşenini oluşturur. Bu kadar önemli bir bileşen olduğu için de sıklıkla ekolojik ayak izinden ayrı bir şekilde karşımıza çıkar.
Ülkelerin Ayak İzleri
Ülkelerin ekolojik yıkımdaki payları gelişmişlik düzeyleriyle orantılı. Gelişmiş ülkelerdeki bireylerin ekolojik ayak izi, gelişmemiş ülkelerdekilere göre çok daha büyük. Bundan çıkan sonuçsa gelişmiş ülkelerin bu refah düzeylerinin bedelini tüm dünyanın ödediği. Buna karşın, gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkelerdeki büyük nüfus da küresel ekosistem üzerinde büyük baskı oluşturur. Büyük nüfuslu ülkelerdeki kişi başına düşen ayak izi küçük olsa da ülkenin ayak izi büyük oluyor. Çünkü, ülkelerin ayak izi kabaca birey başına düşen ayak izinin nüfusa çarpılmasıyla bulunuyor.
Ekolojik ayak izi büyük olan ülkeler, kendi öz kaynaklarının üzerindeki baskılar bir yana, tüm gezegen üzerinde baskı oluşturuyor. Çünkü karbondioksit salımı coğrafi sınırları tanımıyor. İnsan etkinlikleri sonucunda her yıl atmosfere 30 milyar ton kadar karbondioksit salınıyor. Bunun başlıca kaynağı petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtlar. Salınan karbondioksitin yaklaşık yarısı ormanlar, denizler ve toprak tarafından emiliyor. Ancak bunun öteki yarısı atmosferde kalıyor. Bilim insanları, salım bugünkü haliyle sürerse, atmosferdeki karbondioksit oranının 2040’ta geri dönülmez bir düzeye ulaşacağı konusunda bizi uyarıyor. Ancak salımın sabit kalacağı bile fazla iyimser bir tahmin. Çünkü özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki karbondioksit salımı giderek artıyor. Bu ülkeler arasında en çok nüfusa sahip olan Çin ve Hindistan da başı çekiyor.
Bundan 50 yıl kadar önce, yeryüzündeki hemen her ülke kendi kaynaklarıyla, başka ülkelere çok da bağımlı olmadan var olabiliyordu. Günümüzdeyse, kaynakların küreselleşmesi sayesinde birçok ülke özellikle petrol ve doğalgaz gibi enerji hammaddelerini başka ülkelerden karşılıyor. Bu küreselleşmeyle birlikte karbon salımında da büyük bir artış oluyor.
Geleceğe Ümitle Bakmak İçin…
Bu şekilde devam edersek, 2030’lu yılara geldiğimizde gereksinimlerimizi karşılamak için gezegen daha bulmamız gerekecek. Ancak birtakım önlemlerle bu gidişi tersine çevirebilirz. Gelişmiş ülke insanları, yaşamlarının her alanda teknolojiyi kullanıyorlar. Her ne kadar bundan teknolojinin ayak izimizi büyüttüğü gibi bir sonuç çıkıyorsa olsa da teknolojiyi kendi yararımıza kullanarak ekolojik ayak izimizi de küçültmek mümkün. Geleceğin –aslında günümüzün – teknolojisi, kaçınılmaz bir şekilde gereksinimlerimizi giderek daha az kaynak kullanarak karşılamamızı sağlamaya yönelik olacak. Gelişen teknolojiyi yaşam standardımızı çok da düşürmeden bunu yapmamıza olanak tanıyor.
Aslında bilim ve teknolojiyi, sahip olduğumuz tek gezegendeki varlığımızı sürdürmenin yollarını da bize gösteriyor. Tüketim alışkanlıklarımızın ne şekilde değiştirilebileceği, atıkların nasıl yok edileceği, alternatif ve temiz enerji elde etme, yöntemleri bunlar arasında. Otomobil üreticileri, ürünlerini satabilmek için daha az yakıt tüketen otomobiller üretiyor, havayolu şirketleri yolcu başına düşen maliyeti düşürmek için yakıtı daha verimli kullanan uçakları yeğliyor. Tüketicilerse araçlarını daha az kullanıyor, evlerine daha düşük elektrik tükete makineleri, buzdolaplarını, ısıtıcıları ve ampulleri kullanıyorlar. Bu açıdan bakıldığında, teknoloji bizim yanımızda.
Herkes aynı özeni gösterdiği zaman bireysel çabalar gezegeni kurtarabilir. Ancak bu pratikte kolay uygulanabilir bir şey değil. Bu nedenle temiz enerji üretimi ve kullanımı, kaynakların verimli kullanımı, yenilenebilir kaynaklara yönelim, atıkların geri kazanımı, nüfus kontrolü gibi konuların devletlerin politikası haline gelmesi gerek.
Dünya nüfusunun yaklaşık yarısı kentlerde yaşıyor. Kent yaşamına uyum sağlayan insanlar genellikle her şeyin o kent içinde olup bittiğini düşünüyor. Oysa o kentteki yaşamın sürdürülebilmesi ve atıkların uzaklaştırılabilmesi için çok daha büyük alanlara gereksinim duyuluyor. Doğayla dost olarak yaşabilmemiz için kentlerin hem yerel hem de küresel kaynakları, olabilecek en verimli şekilde kullanacak biçimce tasarlanması gerekiyor.”””
Bilim ve Teknik Dergisi Mart 2009 sayısından alıntıdır…
17 Mart 2010 Çarşamba
41 kere maşallah!
Biz, 4 çok yakın kız arkadaş, doğum günlerimiz 1 ayın içinde peşpeşe olduğundan her yıl birlikte mutlaka bir doğum günü kutlaması yapıyoruz. İşte bu akşam da o akşam. Bu akşam Kadıköy'de her zamanki mekanımızdayız. Benim ve ND'nin 41. yaşı, EE'nin 34, ŞE'nin ise 36. yaşı oluyor bu yıl.
16 Mart 2010 Salı
Teknoloji ile Etkin Pazarlama - Cenk Bayrakdar
Bursa'ın Zerafeti
9 Mart 2010 Salı
Kadınlar Günü Üzerine...
Dün Kadınlar Günü nedeniyle üye olduğum mail gruplarından birinden bazı notlar gelmişti, ben de onları paylaşmak istedim burada:
- Kuran'ın en büyük surelerinden birinin (4. surenin) adı Nisa Suresi, Nisa kadın anlamına gelen bir kelime. Kuran'da bir erkek suresi ise YOK!
- Kabe'nin hemen yanında Hicr-i Hatim denen parantez kısım Kabe'nin içi kabul ediliyormuş. Orada bir de kadının mezarı varmış. Hz. İbrahim'in eşi, İsmail'in annesi Hacer'in mezarı. Yani Kabe'yi tavaf edenler bir kadını da alıyorlar o daireye, ikinci sınıf görülen bir cins için ilginç değil mi? :)
- Hz. Muhammed'in nesli kızı Fatma'dan devam etmiş. Hani günümüz erkekleri nesli devam ettirmek için kızları evlattan saymıyorlar ya. Bir müşterime kaç kardeşsiniz diye sormuştuk da 5 kardeşiz demişti, meğerse 4 tane de kız kardeşi varmış, erkekleri sayıyormuş kardeş olarak, öyle içim yanmış, öyle şaşırmıştım ki anlatamam.
- İlk müslüman bir kadındır, hatırlatalım: Hz. Hatice.
- Allah, yaratma sıfatını verdiği kadının uzvuna kendi isimlerinden birini vermiştir: Rahim.
- Kadından peygamber olmadı hiç diyenlere, peygamberlerin hepsini de bir kadın doğurdu, yalan mı?
- Kızlarını diri diri gömen bir topluma peygamber olan Hz. Muhammed bakın ne demiş: "Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Kadın, Namaz, Güzel Koku..."
- Ey İnsanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz, kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Ve onların namuslarını ve ismetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların, aile şerefini korumaları ve evlerinizi sizin hoşlanmadığınız hiç kimseye açmamaları, çiğnenmemeleridir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları; örfe göre her türlü giyim ve yiyeceklerini temin etmenizdir. (Hz. Muhammed'in Veda Hutbesi'nden)
Ve son olarak Mevlana'dan:
"Kadın hak nurudur, sevgili değil
Kadın yaratıcıdır, adeta yaratılmış değil"
bilmem başka bir şey söylememe gerek var mı?