Sıradan bir kadının yaşamı, gitiği yerler, günlük düşünceleri, hayata bakışı, rahatsız oldukları, mutlu oldukları, çevresindeki insanlar, merak ettikleri, ilgilendikleri vs. vs. vs.
29 Ekim 2008 Çarşamba
Onlar için... Bizim için kendini ölmek pahasına feda edenler için... Bugünleri görüp, bizi bunların olmasını engellememiz adına uyaranlar için... Başarısızlığımız ve umursamazlığımız için... Bu vatana yazık olduğu için... Böyle düşünenlerle artık neredeyse dalga geçildiği için... Cumhuriyeti, vatanı, milleti sevmek "out", kafayı kapatıp düşünceleri engellemek, moron gibi yaşamak "in" olduğu için... Masal gibi dinlediğimiz İran İslam Devrimi'nin adımları çaktırmadan ülkemizde de atıldığı için... Artık iş işten geçmek üzere olduğu için... Hiç ama hiç bir şey yapmadığımız için...
Üzgünüm. 85. yıl çoşkusunu yeterince hissedemiyorum. İçim acıyor, utanıyorum, kendi derdimize, geçim derdine düşüp umursamadığımız, inanmadığımız, hiç bir çaba göstermediğimiz için utanıyorum...
Atam özür diliyorum. Çok üzgünüm. Emanete hıyanet ettik. Sana artık "Atam, sen rahat uyu, bekçiyiz cumhuriyetin" diyemiyorum!..
27 Ekim 2008 Pazartesi
Yasaklar!
Devekuşu Kabare'den bu yana yasaklar beni çok güldürür. Yasak olanın çekiciliği artar, yasağı getiren de genelde komik duruma düşer. Buna "İnşaata girmek tehlikeli ve yasaktır" tabelalarını dahil etmiyorum tabii. Canınıza zarar verecek yasaklara uymak gerek, tabii güzel ülkemde bunlara da kimse uymadığından "tehlikeli" demek tehlike algısı için yetmez bir de "yasak" demek gerekir ki, adam canını tehlikeye atacağını anlayamıyorsa bari yasak deyince dursun diye. Hoş kimsenin ne kendi canını ne de başkasının canını umursadığı da yok ya. Neyse ben konuma döneyim. Blogspot kapanmış! Ne kadar komik değil mi? İnsanların en fazla özgürce düşüncelerini ifade ettiği bir yer. Düşünce ne olursa olsun yasağı hak edebileceğini düşünemiyorum ben. Sana uymayan düşünceyi de okumazsın olur biter. Tabii küçük çocukların sapık supuk şeyleri okuma tehlikesi var ki o da artık anne babaların işi, teknolojik olarak bunu engellemek de mümkün. Demem o ki, komik oluyorsunuz, allah aşkına yeter, verimli şeylerle uğraşın biraz da. Millet karadeliği falan keşfetmeye çalışıyor, biz hala insanların kafalarının içindekileri yasaklamakla uğraşıyoruz, allah ıslah etsin!
Not: Yasak falan ama yazıyoruz yani, o da ayrı bir konu! Demek ki neymiş? Canı yapmak isteyene yasak masak etkili olmazmış!
Not: Yasak falan ama yazıyoruz yani, o da ayrı bir konu! Demek ki neymiş? Canı yapmak isteyene yasak masak etkili olmazmış!
22 Ekim 2008 Çarşamba
Mamma Mia
1,5 aydır heyecanla Mamma Mia'ya gideceğimiz günü bekliyordum, 18 Ekim gününü. O gün, oraya gidememem için her türlü terslik çıktı aslında, bir kere film çekimimiz vardı, hem de benim için çok önemli bir projeydi ve mutlaka sette olmak istiyordum. Set Riva'da! bir çiftlikte, müzikal ise İstanbul Gösteri Merkezi'nde, Yeşilköy'de! Yani sabah 07:00 gibi sette olmam, 13:30 gibi oradan çıkıp gösteriye koşmam, çıkınca yine sete gitmem gerekecekti. Geçen haftam reklamcılığın neden böyle pis bir meslek olduğundan, ne zaman bir biletim olsa gidememem için bin türlü aksilik çıktığından, kendi doğumgünlerime bile hep geç kaldığımdan vs. vs. yakınarak geçti ama neyse sonunda annem, CC ve ben, annemin "geç kaldıııkkk" yakınmaları arasında gösteriye vasıl olduk, sosisli sandviç yeyip Cappy Karışık bile içtim, ortamın kalabalıklığına şaştım, nasıl olup da daha önce buraya gelmediğime bir kez daha hayıflandım ve uzun zamandır sosyal bir ortama girdiğim için anneme bir kez daha teşekkür ettim...
Mamma Mia'nın benim için anlamı çok büyük. Neden mi, çünkü Abba'nın anlamı çok büyük de ondan. Müzik denilen şeyi ilk keşfetmeye başladığım zamanlarda, büyük olasılıkla ilk kez 1974 Eurovision (Örovizyon desek daha hoş olacak aslında) Şarkı Yarışması finalinde onları görmüş olmalıyım çünkü hayal meyal o geceyi hatırlıyorum. Onlar benim için başka bir dilde şarkı söylenebileceğini ilk keşfettiğim, kıyafetlerine bayıldığım (korkarım öyle ama çocuktum daha), şarkılarına hayran olduğum bir gruptu. İngiltere'deyken Tottenham Court Road'un oradaki müzik dükkanlarından birinde çok ucuza Abba Gold 1 ve Abba Gold 2 CD'lerini almıştım, 1993 olmalı. O CD'deki bütün şarkıları ezbere biliyorum, çocukluğumdan beri bağıra bağıra söylediğim şarkılar. Ne bileyim işte Abba çocukluğum, 70'li yıllar, mutlu zamanlar, hani henüz kimsenin ölmediği, büyükanneannemin bile yaşadığı, yazların uzuuun ve bol karpuzlu, kışların bol karlı geçtiği, insanların konuşmaktan, fikirlerini beyan etmekten korkmadığı, benim annemi çok özlediğim, anneannemle kader birliği yaptığımız zamanlar.
Mamma Mia'da genel olarak herşeyi çok sevdim. Sahne tasarımı, kostüm, dekor vs. çok ilkel (belki de öyle olması gerekiyordu çünkü sahne Londra sahnelerine göre o kadar küçük ki), cast belki de 2. 3. cast ve detone olma durumu da çok olmasına rağmen ben bütün şarkıları (oldukça bet sesimle) bağırarak söyledim, arka sıradaki kız da bana eşlik etti, sonra dans ettim, koltuğuma otururken kapanan koltuk yüzünden yere bile oturdum ama hiç moralimi bozmadım. :)
Mamma Mia zaten süper bir şarkıdır, kıpır kıpır, söylemesi de kolay:
I’ve been cheated by you since I don’t know when / Öyle uzun zaman aldattın ki beni
So I made up my mind, it must come to an end / Aklımı başıma toplayıp bırakmak istedim seni
Look at me now, will I ever learn? /Halime bak, ne zaman kafama dank edecek
I don’t know how but I suddenly lose control / Neden bilmem, kendimi kaybediyorum işte
There’s a fire within my soul / İçimde bir ateş var sanki
Just one look and I can hear a bell ring / Baktığın anda aklım başımdan gidiyor
One more look and I forget everything, o-o-o-oh / Bir bakış daha herşeyi unutturuyor
Mamma mia, here I go again / Ah anam anam, al işte
My my, how can I resist you? / Ah ah seni nasıl reddebilirim ki
Mamma mia, does it show again? / Ah anam anam çok mu belli ediyorum ki
My my, just how much I’ve missed you / Ah ah seni nasıl da özlediğimi
Yes, I’ve been brokenhearted / Evet, kalbim kırıldı
Blue since the day we parted / Kötüyüm ayrıldığımızdan beri
Why, why did I ever let you go? / Neden, neden gitmene izin verdim ki
Mamma mia, now I really know, / Anam anam, artık biliyorum
My my, I could never let you go. / Seni hiç bırakamayacağımı
Nasıl çeviri ama? :)
O kadar muhteşem şarkı var ki müzikalde, hepsini bir şekilde hikayeye uydurmuşlar, en sevdiklerimden Chiquitita mesela Sophie'nin 3 eski erkek arkadaşından şikayet etmek için kız arkadaşlarına dert yanarken söylediği bu şarkı sırasında annemle ağladık, daha doğrusu annem aaah ah biz Beyoğlu'nda SU ile yürürken bize arkamızdan "Chiquitita" diye bağırırlardı deyince ben ağladım. Çünkü o kadar güzellerdi ki anlatamam, o kadar güzellerdi ki allahım, hala güzeller tabii ama 20'li yaşlar gibi olmuyor işte, itiraf edelim ki. :(
Sonra yine çocukken ayna karşısında söylediğim en önemli şarkılardan olan Gimme Gimme Gimme sırasında dans etmek için ayağa fırlamış olabilirim, muhtemelen.
Gimme gimme gimme a man after midnight / Bana geceyarısından sonra birini ver, ver, ver
Won't somebody help me chase the shadows away / Bu gölgeleri kovalamama yardım edecek birini
Gimme gimme gimme a man after midnight / Bana geceyarısından sonra birini ver, ver, ver
Take me through the darkness to the break of the day / Karanlıklardan gün ışığına beni taşıyacak...
Ah çıkmam gerek, devamını kısa sürede yazmaya çalışacağım...
Mamma Mia'nın benim için anlamı çok büyük. Neden mi, çünkü Abba'nın anlamı çok büyük de ondan. Müzik denilen şeyi ilk keşfetmeye başladığım zamanlarda, büyük olasılıkla ilk kez 1974 Eurovision (Örovizyon desek daha hoş olacak aslında) Şarkı Yarışması finalinde onları görmüş olmalıyım çünkü hayal meyal o geceyi hatırlıyorum. Onlar benim için başka bir dilde şarkı söylenebileceğini ilk keşfettiğim, kıyafetlerine bayıldığım (korkarım öyle ama çocuktum daha), şarkılarına hayran olduğum bir gruptu. İngiltere'deyken Tottenham Court Road'un oradaki müzik dükkanlarından birinde çok ucuza Abba Gold 1 ve Abba Gold 2 CD'lerini almıştım, 1993 olmalı. O CD'deki bütün şarkıları ezbere biliyorum, çocukluğumdan beri bağıra bağıra söylediğim şarkılar. Ne bileyim işte Abba çocukluğum, 70'li yıllar, mutlu zamanlar, hani henüz kimsenin ölmediği, büyükanneannemin bile yaşadığı, yazların uzuuun ve bol karpuzlu, kışların bol karlı geçtiği, insanların konuşmaktan, fikirlerini beyan etmekten korkmadığı, benim annemi çok özlediğim, anneannemle kader birliği yaptığımız zamanlar.
Mamma Mia'da genel olarak herşeyi çok sevdim. Sahne tasarımı, kostüm, dekor vs. çok ilkel (belki de öyle olması gerekiyordu çünkü sahne Londra sahnelerine göre o kadar küçük ki), cast belki de 2. 3. cast ve detone olma durumu da çok olmasına rağmen ben bütün şarkıları (oldukça bet sesimle) bağırarak söyledim, arka sıradaki kız da bana eşlik etti, sonra dans ettim, koltuğuma otururken kapanan koltuk yüzünden yere bile oturdum ama hiç moralimi bozmadım. :)
Mamma Mia zaten süper bir şarkıdır, kıpır kıpır, söylemesi de kolay:
I’ve been cheated by you since I don’t know when / Öyle uzun zaman aldattın ki beni
So I made up my mind, it must come to an end / Aklımı başıma toplayıp bırakmak istedim seni
Look at me now, will I ever learn? /Halime bak, ne zaman kafama dank edecek
I don’t know how but I suddenly lose control / Neden bilmem, kendimi kaybediyorum işte
There’s a fire within my soul / İçimde bir ateş var sanki
Just one look and I can hear a bell ring / Baktığın anda aklım başımdan gidiyor
One more look and I forget everything, o-o-o-oh / Bir bakış daha herşeyi unutturuyor
Mamma mia, here I go again / Ah anam anam, al işte
My my, how can I resist you? / Ah ah seni nasıl reddebilirim ki
Mamma mia, does it show again? / Ah anam anam çok mu belli ediyorum ki
My my, just how much I’ve missed you / Ah ah seni nasıl da özlediğimi
Yes, I’ve been brokenhearted / Evet, kalbim kırıldı
Blue since the day we parted / Kötüyüm ayrıldığımızdan beri
Why, why did I ever let you go? / Neden, neden gitmene izin verdim ki
Mamma mia, now I really know, / Anam anam, artık biliyorum
My my, I could never let you go. / Seni hiç bırakamayacağımı
Nasıl çeviri ama? :)
O kadar muhteşem şarkı var ki müzikalde, hepsini bir şekilde hikayeye uydurmuşlar, en sevdiklerimden Chiquitita mesela Sophie'nin 3 eski erkek arkadaşından şikayet etmek için kız arkadaşlarına dert yanarken söylediği bu şarkı sırasında annemle ağladık, daha doğrusu annem aaah ah biz Beyoğlu'nda SU ile yürürken bize arkamızdan "Chiquitita" diye bağırırlardı deyince ben ağladım. Çünkü o kadar güzellerdi ki anlatamam, o kadar güzellerdi ki allahım, hala güzeller tabii ama 20'li yaşlar gibi olmuyor işte, itiraf edelim ki. :(
Sonra yine çocukken ayna karşısında söylediğim en önemli şarkılardan olan Gimme Gimme Gimme sırasında dans etmek için ayağa fırlamış olabilirim, muhtemelen.
Gimme gimme gimme a man after midnight / Bana geceyarısından sonra birini ver, ver, ver
Won't somebody help me chase the shadows away / Bu gölgeleri kovalamama yardım edecek birini
Gimme gimme gimme a man after midnight / Bana geceyarısından sonra birini ver, ver, ver
Take me through the darkness to the break of the day / Karanlıklardan gün ışığına beni taşıyacak...
Ah çıkmam gerek, devamını kısa sürede yazmaya çalışacağım...
21 Ekim 2008 Salı
Zaman geçip gidiyor...
Bu aralar zaman hızlandı mı ne? Anneanneciğim derdi ki hep, "30'dan sonra koşar, 40'dan sonra uçar". Sonrası ne olur, artık Allah kerim. :)
Hergün günlüğe yazmadığıma şaşarak ve zamanın kontrol edilemez ritmine kendimi kaptırmış bir halde uçuyorum ben de. 23 Ağustos'tu yeni evimize taşındığımızda. İlk 3 hafta soluksuz ev yerleştirmekle geçti. Taşınmadan önce bütün evi detayları ile ölçüp, Microsoft Visio'da amatör mimar ruhumla planlar çıkartmış, eşyaları uygun gördüğümüz yerlere pıt pıt yerleştirmiştim ama merdiven boşluğunun tepesini ölçmek hiç aklıma gelmediğinden belli bir uzunluğun üzerindeki hiç bir şey çatı katına çıkamadı (anneciğimin aldığı devasa çamaşır makinesi ise allahın yardımı ile ancak geçti bu aralıktan). Böylece özenle yaptığım planlar alt üst oldu, kütüphane alt kattaki arka odaya, çalışma odasının kanepesi yine oraya, gardrop oturma odasına sıkıştı. Çatı katı ise bomboş, huzur dolu bir mekan oldu, aslında bir bakıma iyi bile oldu. Sonuçta 1 haftasonunu ve akşamlarımı binlerce hurç içindeki giysi, yorgan, yastık, yatak takımı, masa örtüsü, mutfak eşyasını, diğer 1 haftasonunu ve akşamlarımı taşımacılardan bol küfür yediğim koli koli kitabı, son haftayı ise genel olarak kalan herşeyi yerleştirmeye ayırıp ancak Eylül ortası adam gibi "hah! yerleştik galiba" diyebildim. Bu arada CC ise elektrikçi, kombici, doğalgazcı, tesisatçı, temizlikçi, İSKİ, İGDAŞ, AYEDAŞ, TELEKOM vs. vs., yok efendim havalandırma kapağı, zırta pırta uyan vidalar, şuraya buraya çekilecek hatlar gibi işlerle uğraşırken çıldırma sınırlarına geldi ama neyse artık hepsi bitti. En güzel hikayemiz Digiturk'le ama onu da (söz veriyorum) ayrı bir yazıda yazacağım...
Yeni evimize çabuk alıştık. Sanki yıllardır burada oturuyormuşuz gibiyiz halbuki daha evleneli bile ancak 8 ay ve (bugün itibari ile) 1 hafta olmuş. Eski evimize yapılan (ve yine CC'yi çıldırtan) ufak tefek tamiratlardan sonra o zavallıcık da kendini kucaklayacak bir kiracı bekliyor şu aralar. Yeni evimizin harika bir terası var, dolunay olduğundan bol bol EE'nin kulaklarını çınlatıyorum, hatta geçen gece tepemizde Levis'ın Moon Bathing reklam filminde olduğu gibi projektörmüşcesine bizi aydınlatan mehtaba şaşkın şaşkın baktık, bakakaldık CC ile. Bu kadar aydınlık ve bize yakın olması büyüleyiciydi. Teras güzel şey vesselam, darısı herkesi başına.
Bizim evin bizi tavlamasında önemli etkenlerden biri olan; benim "garaj" CC'nin ise "ardiye" dediği yer tam terasımızın yanında, çatı arasında. Teras'dan bir kapı ile giriliyor ve sonsuza kadar gidip evin çevresini dolaşıyor bu mekan. Burası aslında tam çocuklara göre, keşfedilecek binlerce ıvır zıvır orada duruyor. Biz ise, eve ilk taşındığımızda dur şurayı bir keşfedelim diyorduk, girdik, gittik gittik, gerçekten çok gittik, baktık, yan dairenin ardiyesinin kapısına geldik!!! Hani demem o ki, komşularımız o anda tesadüfen kendi ardiyelerinin kapısını açmış olsa karşılarında hırsız gibi bizi bulacaktı. Bu duruma hala şaşırıyorum, araya bir duvar yaptıracağız bakalım bir ara ama ne zaman, komik bir durum doğrusu.
Bu kez internet bağlantısını Telcom'dan aldık. Hizmetleri rezalet, kusura bakmasınlar ama hiç tavsiye etmiyorum. Allah için şimdi düzgün çalışıyor ama başta bizi çok sıktılar. Doğru dürüst bir müşteri hizmetleri yok, sorunları ayrı ayrı kişilere bin kere anlat, kimse anlamıyor, birbirlerinden de haberleri yok. İşin en sıkıcı tarafı ben Superonline'dan internet bağlantısı alıyorum sandım, Telcom çıktı. Yani biraz kandırmaca da var, bu da Superonline'a hiç yakışmadı.
Aaa, bu kadar anlatmışken psikopat komşumuzdan bahsetmezsem ayıp olur. Taşınırken eşya taşımayacağımıza söz verdiğimiz halde, asansörü kapatıp bizi sürekli 4 kat inip çıkmaya mahkum eden, sonra apartmanın önüne yola araba park ettiğimiz için eleştiren (hatta "sokak lambasının altına park edeceğim, çok hırsızlık var, arabanızı çekin oradan" bile diyebilecek kadar!!!) bu zat, anladığım kadarı ile biraz Bizimkiler dizisinin yöneticisi Sabri Bey gibi birisi. Asansörü de sürekli kendi oturduğu katta tutmak gibi obsesif bir yanı var. Allah ıslah etsin, CC onu tepelemeden kendine gelsin diye sürekli dua etmek zorunda kalıyorum, bakalım sonumuz ne olacak?
Yeni evimize taşındığımızdan beri neredeyse son haftaya kadar sürekli eve bir şeyler taşıyoruz, artık insanların dikkatini çekiyor, manyak olduğumuzu düşünüyor olabilirler, hatta karşımızdaki nalbur "abi sizin ne çok eşyanız varmış yav" demiş CC'ye de "hiç şaşırmadım" dedim ben de, zaten taşınırken de 2 tır eşya ile geldik. 2 ev birleştirmek zor şeymiş vesselam...
Ajansta da bunalmış durumdayız. Bizim ekipten 2 kişi ayrıldı, ben ekibimin odasına taşındım, onların yanında olmak çok güzel. MM ve PT ile yarı neşe, yarı stres idare ediyoruz, artan iş yükümüzü birlikte daha bir rahat taşıyoruz. Arnavutluk, Denizli seyahatleri gırla gidiyor. Anlatacak çok şey var, iş çok zaman az ama bu artık verdiğim araya iyi bir başlangıç oldu, bundan sonra durmam sanırım.
En kısa zamanda bir Mamma Mia yazayım bari de son zamanlarda yaşadığımız bu kadar sorun içinde neşemizi bulalım. :)
Hergün günlüğe yazmadığıma şaşarak ve zamanın kontrol edilemez ritmine kendimi kaptırmış bir halde uçuyorum ben de. 23 Ağustos'tu yeni evimize taşındığımızda. İlk 3 hafta soluksuz ev yerleştirmekle geçti. Taşınmadan önce bütün evi detayları ile ölçüp, Microsoft Visio'da amatör mimar ruhumla planlar çıkartmış, eşyaları uygun gördüğümüz yerlere pıt pıt yerleştirmiştim ama merdiven boşluğunun tepesini ölçmek hiç aklıma gelmediğinden belli bir uzunluğun üzerindeki hiç bir şey çatı katına çıkamadı (anneciğimin aldığı devasa çamaşır makinesi ise allahın yardımı ile ancak geçti bu aralıktan). Böylece özenle yaptığım planlar alt üst oldu, kütüphane alt kattaki arka odaya, çalışma odasının kanepesi yine oraya, gardrop oturma odasına sıkıştı. Çatı katı ise bomboş, huzur dolu bir mekan oldu, aslında bir bakıma iyi bile oldu. Sonuçta 1 haftasonunu ve akşamlarımı binlerce hurç içindeki giysi, yorgan, yastık, yatak takımı, masa örtüsü, mutfak eşyasını, diğer 1 haftasonunu ve akşamlarımı taşımacılardan bol küfür yediğim koli koli kitabı, son haftayı ise genel olarak kalan herşeyi yerleştirmeye ayırıp ancak Eylül ortası adam gibi "hah! yerleştik galiba" diyebildim. Bu arada CC ise elektrikçi, kombici, doğalgazcı, tesisatçı, temizlikçi, İSKİ, İGDAŞ, AYEDAŞ, TELEKOM vs. vs., yok efendim havalandırma kapağı, zırta pırta uyan vidalar, şuraya buraya çekilecek hatlar gibi işlerle uğraşırken çıldırma sınırlarına geldi ama neyse artık hepsi bitti. En güzel hikayemiz Digiturk'le ama onu da (söz veriyorum) ayrı bir yazıda yazacağım...
Yeni evimize çabuk alıştık. Sanki yıllardır burada oturuyormuşuz gibiyiz halbuki daha evleneli bile ancak 8 ay ve (bugün itibari ile) 1 hafta olmuş. Eski evimize yapılan (ve yine CC'yi çıldırtan) ufak tefek tamiratlardan sonra o zavallıcık da kendini kucaklayacak bir kiracı bekliyor şu aralar. Yeni evimizin harika bir terası var, dolunay olduğundan bol bol EE'nin kulaklarını çınlatıyorum, hatta geçen gece tepemizde Levis'ın Moon Bathing reklam filminde olduğu gibi projektörmüşcesine bizi aydınlatan mehtaba şaşkın şaşkın baktık, bakakaldık CC ile. Bu kadar aydınlık ve bize yakın olması büyüleyiciydi. Teras güzel şey vesselam, darısı herkesi başına.
Bizim evin bizi tavlamasında önemli etkenlerden biri olan; benim "garaj" CC'nin ise "ardiye" dediği yer tam terasımızın yanında, çatı arasında. Teras'dan bir kapı ile giriliyor ve sonsuza kadar gidip evin çevresini dolaşıyor bu mekan. Burası aslında tam çocuklara göre, keşfedilecek binlerce ıvır zıvır orada duruyor. Biz ise, eve ilk taşındığımızda dur şurayı bir keşfedelim diyorduk, girdik, gittik gittik, gerçekten çok gittik, baktık, yan dairenin ardiyesinin kapısına geldik!!! Hani demem o ki, komşularımız o anda tesadüfen kendi ardiyelerinin kapısını açmış olsa karşılarında hırsız gibi bizi bulacaktı. Bu duruma hala şaşırıyorum, araya bir duvar yaptıracağız bakalım bir ara ama ne zaman, komik bir durum doğrusu.
Bu kez internet bağlantısını Telcom'dan aldık. Hizmetleri rezalet, kusura bakmasınlar ama hiç tavsiye etmiyorum. Allah için şimdi düzgün çalışıyor ama başta bizi çok sıktılar. Doğru dürüst bir müşteri hizmetleri yok, sorunları ayrı ayrı kişilere bin kere anlat, kimse anlamıyor, birbirlerinden de haberleri yok. İşin en sıkıcı tarafı ben Superonline'dan internet bağlantısı alıyorum sandım, Telcom çıktı. Yani biraz kandırmaca da var, bu da Superonline'a hiç yakışmadı.
Aaa, bu kadar anlatmışken psikopat komşumuzdan bahsetmezsem ayıp olur. Taşınırken eşya taşımayacağımıza söz verdiğimiz halde, asansörü kapatıp bizi sürekli 4 kat inip çıkmaya mahkum eden, sonra apartmanın önüne yola araba park ettiğimiz için eleştiren (hatta "sokak lambasının altına park edeceğim, çok hırsızlık var, arabanızı çekin oradan" bile diyebilecek kadar!!!) bu zat, anladığım kadarı ile biraz Bizimkiler dizisinin yöneticisi Sabri Bey gibi birisi. Asansörü de sürekli kendi oturduğu katta tutmak gibi obsesif bir yanı var. Allah ıslah etsin, CC onu tepelemeden kendine gelsin diye sürekli dua etmek zorunda kalıyorum, bakalım sonumuz ne olacak?
Yeni evimize taşındığımızdan beri neredeyse son haftaya kadar sürekli eve bir şeyler taşıyoruz, artık insanların dikkatini çekiyor, manyak olduğumuzu düşünüyor olabilirler, hatta karşımızdaki nalbur "abi sizin ne çok eşyanız varmış yav" demiş CC'ye de "hiç şaşırmadım" dedim ben de, zaten taşınırken de 2 tır eşya ile geldik. 2 ev birleştirmek zor şeymiş vesselam...
Ajansta da bunalmış durumdayız. Bizim ekipten 2 kişi ayrıldı, ben ekibimin odasına taşındım, onların yanında olmak çok güzel. MM ve PT ile yarı neşe, yarı stres idare ediyoruz, artan iş yükümüzü birlikte daha bir rahat taşıyoruz. Arnavutluk, Denizli seyahatleri gırla gidiyor. Anlatacak çok şey var, iş çok zaman az ama bu artık verdiğim araya iyi bir başlangıç oldu, bundan sonra durmam sanırım.
En kısa zamanda bir Mamma Mia yazayım bari de son zamanlarda yaşadığımız bu kadar sorun içinde neşemizi bulalım. :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)