Sıradan bir kadının yaşamı, gitiği yerler, günlük düşünceleri, hayata bakışı, rahatsız oldukları, mutlu oldukları, çevresindeki insanlar, merak ettikleri, ilgilendikleri vs. vs. vs.
30 Mayıs 2007 Çarşamba
İsis ve Yaz Geceleri ve Sigara...
Dün ND ve ŞE ile birlikte İsis'e gittik. İsis'i Kadıköy'lüler bilir, barlar sokağında, çok gittiğimiz bir mekandır. Altta, arkada da güzel bir bahçesi var. Yaz gecelerinin en güzel yanı bahçelerde ve balkonlarda oturmak bence... Biz de kendimizi atıyoruz işte bahçelere... Evde de dev minderler var, balkonda gece oturup yıldız seyretme keyfine de doyum olmuyor... Hele de diz üstü bilgisayarı da alınca acaip bir kültür karmaşası yaratıyorum ortamda... Herneyse dün gece bence İstanbul'un en güzel fajita'sı olan İsis'in fajitası'ndan yedi ND, biz de bir güzel otlandık. Ben diyet yapıyorum diye çok az otlandım ama mozarella zımbırtılarının da bir tanesinden yemekten geri kalmadım bu arada. Diyet falan rüya oldu, artık bir geceliğine diye avuttuk kendimizi. Söylediğim salatanın da yarısında kesildim haliyle. Bu arada dün gece sigara da içtim, aferin bana. Gerçi zaten içiyorum arada sırada ama dün gece normalde içeceğim adedin biraz üzeri oldu. Ama hala kendimi sigaraya başladım saymıyorum. Yeniden başlamak istemiyorum. Sadece canım isteyince içebilmek istiyorum. İçeyim ama onun kölesi olmayayım, o benim kölem olsun istiyorum. Annem gibi içebilmek istiyorum... 3 günde bir İsis'te fajita yemek istiyorum. Kızlarla her dakika Barlar Sokağı benim, Moda Çay Bahçesi senin, Bağdat Caddesi benim, boğaz senin gezmek istiyorum... :)))
Nereye kadar?..
Hızlı balığın yavaş balığı yuttuğu bir yaşamdan hoşlanmıyorum. Her sabah daha hızlı koşma zorunluluğunu insan zekasının yenmesi gerektiğine, isterse yenebileceğine inanıyorum. Bu kısasa kısas, insan yiyen, insanı köleleştiren zorunluluğun bitmesini istiyorum. Kendimizi çeşit çeşit tüketim eşyasına köle hale getirdik, tüketmek güzel, tüketilmek ise çok kötü. Tüketebilmek için çalışmak, tüketemeden tükenmek yerine daha az tüketip, beynime bedenime sahip daha huzurlu bir birey olarak yaşamak isterdim. Söylemesi kolay, yapması zor!
29 Mayıs 2007 Salı
Yakamoz Restoran'ın keşfi...
Haberi okumayanlar için bizim tarafta bir balıkçı furyası başladı. Yakamoz da meğerse onlardan biriymiş ve meğerse Bostancı'da da varmış (zaten NÖ keşfetmişti bunu da) Şaşkınbakkal'da da şubesi açılmış... Spesiyaliteleri de varmış... Artık her hafta oradayız... :)))) Bekleriz. :))) İlgilenenler için Milliyet'in haberi aşağıdaki linkte.
http://www.milliyet.com.tr/2005/08/28/pazar/paz02.html
http://www.milliyet.com.tr/2005/08/28/pazar/paz02.html
24 Mayıs 2007 Perşembe
Saraybosna...
Annemin Saraybosna ve Hırvatistan'da çektiği resimler beni altüst etti. Elimde olmaksızın toprağımız saymamdan mıdır yoksa annemin fotoğrafçılık yeteneği midir bilmiyorum ama muhteşem yerler olduğunu söyleyebilirim. Buraya Mostar Köprüsü'nün yeni halini bir koyayım, sonra detayları yazacağım...
23 Mayıs 2007 Çarşamba
Yakamoz Restoran'ı bilen var mı? (2)
NÖ taksiye biner, hazır yakalamışken taksiciyi sorguya alır : "Abi, Yakamoz Bar'ı biliyor musun?" Taksici cevaplar : "Aaa, abi çok iyi biliyorum ben orayı yaa!" NÖ heyecanlanır : "Aaaa, sahi mi yaa? Allah razı olsun yaa, nerede acaba abi tam olarak?" Taksici tereddütle : "Abi biliyorum da tam çıkaramıyorum ben şimdi yaa!" :))))
Herkesden aynı cevabı almaktan bıkmış ve zaten sinirli bir yapısı olan bir insan olarak NÖ : "Abi biliyorum dedin ama yaa?!" Taksici kendinden emin : "Geçen gün bir çift bıraktım oraya ben, hay allah yaa, neresiydi yaa" NÖ : "Abi peki sen mi götürdün, onlar mı tarif etti?" Taksici : "Yok onlar tarif etti ama??!!" NÖ : "????" Taksici : "Tam çıkaramıyorum yaa, hay allah, neredeydi acaba? Ama çok iyi biliyorum ben, onu biliyorum yani!!!" :)))))))
Herkesden aynı cevabı almaktan bıkmış ve zaten sinirli bir yapısı olan bir insan olarak NÖ : "Abi biliyorum dedin ama yaa?!" Taksici kendinden emin : "Geçen gün bir çift bıraktım oraya ben, hay allah yaa, neresiydi yaa" NÖ : "Abi peki sen mi götürdün, onlar mı tarif etti?" Taksici : "Yok onlar tarif etti ama??!!" NÖ : "????" Taksici : "Tam çıkaramıyorum yaa, hay allah, neredeydi acaba? Ama çok iyi biliyorum ben, onu biliyorum yani!!!" :)))))))
22 Mayıs 2007 Salı
Bugün de akşam oldu...
Akşam oldu... Ece geldi... Hırvatistan'a gitmişti... Tabii ben iki haftadır kopuk olduğum için onun gidişini yazmamıştım. Her neyse, seyyahtır kendisi bu arada. Gezer... Gezmediği çok az yer var... Bir kültür grupları var... Fest Turizm'de. Rehberleri de bu işin duayenlerinden biri Faruk Pekin. Geziyorlar işte hep birlikte onun uyduları gibi... 12 gündür yoktu... Evde tek başınaydım... Çok özlemişim onu... Sevindim geldiğine... Salata yaptım ona... Bavulunu boşalttık... Çamaşır attık makineye... Kahve içtik, anlattı biraz... Biraz önce yattı... Yorulmuş, haliyle...
Geçen Cumartesi Sultanahmet'te Osmanlıca hocamla buluşmuştum. Adı Orhan Sakin. Osmanlı Arşivinde görevli zaten. Çok zevkli bir iş yapıyor gerçekten, kıskanıyorum... Neyse o gün arabayla gitmek zorunda kaldım hiç de tercihim değildi aslında. O yüzden arabayı Kumkapı'ya bıraktım, yukarı yürüdüm. İstanbul'da en sevdiğim bir kaç yerden biri o bölge zaten, insanın gidince başı dönüyor. O mutlulukla arşive gittim, hocayla bakındık, o bana arşivi kullanmayı öğretti, değişik yazı stillerinde yazılmış dökümanlara baktık. Bu arada Osmanlı Maliyecilerinin özel bir yazı karakteri var, yemin ederim Sümerlerin çivi yazısı yanında halt etmiş. Mümkün değil okumak. Sonra... Sadede gelemedim yine. Hemen Osmanlı arşivinin arkasında bir kitapçı var, ne yazık ki adını unuttum ama büyük bir yayınevinin de karşısı zaten. Arşiv de Firuzağa Cami'nin karşı sokağı hemen yani çok kolay. O kitapçı süper bir yer. Hele de tarihe meraklı olanların gitmesi gerek. Ben bu Cumartesi yine gideceğim.
Bu Mazhar Alanson'la karısının oynadığı ttnet filmleri benim tansiyonumu düşürüyor... Fena oluyorum, bayılacak gibi... Bir de Veet'in testimonial filmleri var. Ağda için yapılmış. Onlar da fena... Kadınlar bacaklarında ellerini gezdiriyorlar ve insanın böyle içini hışır hışır yapan bir ses çıkıyor. DV kamerayla falan çekmişler herhalde, hani renkler böyle bir parlak olur ya, kötü 80'li yıllar filmleri gibi, Küçük Ceylan'ın falan. Ya da küçük ... Neydi adı ya? Ha Emrah'ın da olabilir...
Bu arada ikinci bardak sütümü içiyorum, yemin ederim çocuklar benim kadar süt içmiyordur herhalde. Bu Pınar'ın Laktozsuz sütü o kadar güzel ki, bayılıyorum ona ya... Yanında da çikolata. Sağlıklı beslenme diye ben buna derim.
Bu arada bak yine konuyu dağıtıp unuttum. Hocam Orhan Sakin'in çok başarılı kitapları var. Bugün (yani bu aralar) bir tanesini okuyorum "Ermeni İsyanı Günlüğü 1915". Bu Ermeni olaylarına yeminli tanık ifadeleri ile çok gerçekçi bir bakış açısı getiriyor. Okunmalı bence. "Temeşvarlı Osman Ağa - Bir Osmanlı Askeri'nin Sıradışı Anıları" da bir diğer güzel kitabı. Hatta ben, ilgi duyduğum için "Tarihsel Kaynaklarıyla İstanbul Depremleri'ni de aldım. Bir de hazır gitmişken (tabii deli oldum orada o kadar güzel eserler vardı ki) 2 tane daha kitap aldım (ama tam benlik kitaplardı ne yapayım ki). Biri "Osmanlı Devleti'nde Aşiret Yönetimi", Faruk Söylemez'in. Diğeri de "Türk Dilleri" Talat Tekin ve Mehmet Ölmez'in. Ama o kitapçıda daha süper kitaplar var.
Bir de Georges Jean'ın "Yazı İnsanlığın Belleği" kitabını buldum. Yalnız benim hatırladığım bu büyükçe bir kitaptı. Küçük versiyonunu yapmışlar. Güzel fikir, hoşuma gitti. Bir de yine harika bir antropoloji kitabı aldım "Tüfek, Mikrop ve Çelik", Jared Diamond'un. Aslında herşeyi bırakıp bunu okumak istiyorum da neyse bu tatlının en güzel kısmını sona bırakmak gibi olsun diye sabrediyorum.
Bizim DVD'ciden bir film almıştım; "The Lost Room". Filmi hala seyretmedim. Saat 11'e geliyor. Seyretsem mi seyretmesem mi? Seyretsem mi seyretmesem mi? Manyak bir filme benziyor... Çetrefilli bir şey... Ama davul çalışmam da gerek...
Akşam işte... Evde bir akşam... Sıradan bir akşam...
Geçen Cumartesi Sultanahmet'te Osmanlıca hocamla buluşmuştum. Adı Orhan Sakin. Osmanlı Arşivinde görevli zaten. Çok zevkli bir iş yapıyor gerçekten, kıskanıyorum... Neyse o gün arabayla gitmek zorunda kaldım hiç de tercihim değildi aslında. O yüzden arabayı Kumkapı'ya bıraktım, yukarı yürüdüm. İstanbul'da en sevdiğim bir kaç yerden biri o bölge zaten, insanın gidince başı dönüyor. O mutlulukla arşive gittim, hocayla bakındık, o bana arşivi kullanmayı öğretti, değişik yazı stillerinde yazılmış dökümanlara baktık. Bu arada Osmanlı Maliyecilerinin özel bir yazı karakteri var, yemin ederim Sümerlerin çivi yazısı yanında halt etmiş. Mümkün değil okumak. Sonra... Sadede gelemedim yine. Hemen Osmanlı arşivinin arkasında bir kitapçı var, ne yazık ki adını unuttum ama büyük bir yayınevinin de karşısı zaten. Arşiv de Firuzağa Cami'nin karşı sokağı hemen yani çok kolay. O kitapçı süper bir yer. Hele de tarihe meraklı olanların gitmesi gerek. Ben bu Cumartesi yine gideceğim.
Bu Mazhar Alanson'la karısının oynadığı ttnet filmleri benim tansiyonumu düşürüyor... Fena oluyorum, bayılacak gibi... Bir de Veet'in testimonial filmleri var. Ağda için yapılmış. Onlar da fena... Kadınlar bacaklarında ellerini gezdiriyorlar ve insanın böyle içini hışır hışır yapan bir ses çıkıyor. DV kamerayla falan çekmişler herhalde, hani renkler böyle bir parlak olur ya, kötü 80'li yıllar filmleri gibi, Küçük Ceylan'ın falan. Ya da küçük ... Neydi adı ya? Ha Emrah'ın da olabilir...
Bu arada ikinci bardak sütümü içiyorum, yemin ederim çocuklar benim kadar süt içmiyordur herhalde. Bu Pınar'ın Laktozsuz sütü o kadar güzel ki, bayılıyorum ona ya... Yanında da çikolata. Sağlıklı beslenme diye ben buna derim.
Bu arada bak yine konuyu dağıtıp unuttum. Hocam Orhan Sakin'in çok başarılı kitapları var. Bugün (yani bu aralar) bir tanesini okuyorum "Ermeni İsyanı Günlüğü 1915". Bu Ermeni olaylarına yeminli tanık ifadeleri ile çok gerçekçi bir bakış açısı getiriyor. Okunmalı bence. "Temeşvarlı Osman Ağa - Bir Osmanlı Askeri'nin Sıradışı Anıları" da bir diğer güzel kitabı. Hatta ben, ilgi duyduğum için "Tarihsel Kaynaklarıyla İstanbul Depremleri'ni de aldım. Bir de hazır gitmişken (tabii deli oldum orada o kadar güzel eserler vardı ki) 2 tane daha kitap aldım (ama tam benlik kitaplardı ne yapayım ki). Biri "Osmanlı Devleti'nde Aşiret Yönetimi", Faruk Söylemez'in. Diğeri de "Türk Dilleri" Talat Tekin ve Mehmet Ölmez'in. Ama o kitapçıda daha süper kitaplar var.
Bir de Georges Jean'ın "Yazı İnsanlığın Belleği" kitabını buldum. Yalnız benim hatırladığım bu büyükçe bir kitaptı. Küçük versiyonunu yapmışlar. Güzel fikir, hoşuma gitti. Bir de yine harika bir antropoloji kitabı aldım "Tüfek, Mikrop ve Çelik", Jared Diamond'un. Aslında herşeyi bırakıp bunu okumak istiyorum da neyse bu tatlının en güzel kısmını sona bırakmak gibi olsun diye sabrediyorum.
Bizim DVD'ciden bir film almıştım; "The Lost Room". Filmi hala seyretmedim. Saat 11'e geliyor. Seyretsem mi seyretmesem mi? Seyretsem mi seyretmesem mi? Manyak bir filme benziyor... Çetrefilli bir şey... Ama davul çalışmam da gerek...
Akşam işte... Evde bir akşam... Sıradan bir akşam...
Niye Komagene? Niye Çiğköfte?
Öğlen kendimizi ofisten dışarı attık da miskin miskin Ulus Işıklar'a doğru yürürken son zamanlarda hep gözümüze çarpan şu Komagene adlı yiyecek yerine bir girsek mi dedik. Aman ne iyi ettik diyemeyeceğim çünkü gerçekten çok kötüydü. Menüde 3 adet yiyecek var: Etsiz çiğköfte! soğuk içli köfte ve kadayıf dolması. Denilebilir ki ne halt etmeye girdiniz de kaç saat masaları birleştirerek adamları da uğraştırdınız. İşte açıklaması yok, insanoğlu meraklı bir canlı diyebilirim ancak. Yani dükkan güzel, mekan güzel, adamlar çalışkan adamlar, temizler, niyet çok iyi. Fikir de fena değil yani RTB'si var. (Bilen bilir artık açıklayamayacağım, EE gülsün diye yazdım) İnsana malı bir kere aldırıyor ve fakat bir kerede kalıyor(dur bence).
Çıktık tabii SÖ, cüsseyi de hesaba katarsak, bastı yaygarayı : Evet ne yiyoruz?! Azıcık bekleyelim de 3 gibi yiyelim dedik bari. Off çok da sıkıcı bir gün bugün Allah günah yazmasın. (Anneannem rahmet istedi bak, böyle söylerdi de ben de kızardım ne günah yazacak bunun için yaaaaa! diyerek) Bugün de bir saçma sapan konuşma eğilimi var bende. Hayata mı dönüyorum nedir?!
Çıktık tabii SÖ, cüsseyi de hesaba katarsak, bastı yaygarayı : Evet ne yiyoruz?! Azıcık bekleyelim de 3 gibi yiyelim dedik bari. Off çok da sıkıcı bir gün bugün Allah günah yazmasın. (Anneannem rahmet istedi bak, böyle söylerdi de ben de kızardım ne günah yazacak bunun için yaaaaa! diyerek) Bugün de bir saçma sapan konuşma eğilimi var bende. Hayata mı dönüyorum nedir?!
21 Mayıs 2007 Pazartesi
Yakamoz Restoran'ı bilen var mı?
Sevgili NÖ, bilen bilir sürekli aşık olur. :))) Ama bu sonuncusu gerçekten çok ciddi. Bu kez, sert kayaya çarptı kendisi. Yaptığı delilikler anlatılır gibi değil ve hatta roman olur ama bu en son yaptığı manyaklık inanılmaz. Anlatmazsam çatlayacağım...
Sevgilisi ile ayrıldıktan (yani sevgilisi ondan ayrıldıktan ama NÖ ondan ayrılamadıktan) sonra NÖ onunla ayrılmamış gibi peşinden gitmeye, köşelerde karşısına çıkmaya, otobüslerden önüne atlamaya, telefonla günde 58 kere aramaya, acaip e-mail adresleri ile msn listesine girme teşebbüslerine çok ama çok fahiş bir hareketi de ekledi!!! Banka müşteri hizmetlerinden bir tanıdık bulup kredi kartını takip ettirme!!! Tabii kredi kartı harcamalarını nerelerde yaptığını takip edince oraların nereler olduğunu da anlamak lazım! İşte Yakamoz Restaurant Bar meselesi tam burada hayatımıza girdi. NÖ ile birlikte, benim, EE'nin, diğer EE'nin, ND'nin, HG'nin, Kadıköy Zabıtası'nın, polislerin, Kadıköy'deki tüm barların, restaurant'ların ve soru sorulabilecek heryer ve herkesin de hayatına girmiş oldu tabii...
Adam ekstrede geçen bu yerin neresi olduğunu bulmaya hayatını adadı desem yeridir. Yakamoz Restaurant Bar Kadıköy (tabii) o kadar geniş bir terim ki bu uğurda NÖ tüm Kadıköy sokaklarını, Bostancı'ya kadar arşınladı diyebilirim. Neden? Çünkü anladık ki (bu konudaki derin araştırmalarımız sonucunda) bir yerin adı ile ticari adı farklı olabiliyor. Ama bunu anlayana kadar tabii yaşanan bir macera var. :)))
NÖ bu mekanı aramak için ilk yola düştüğü gün, biz de EE (küçük olan) ve ND ile birlikteydik. Hikaye şöyle başladı:
Biz kızlarla otururken EE aradı. (büyük olan) Hüngür hüngür ağlıyordu. Aaaaa, ne oldu falan derken, anlaşılmaz bir şekilde NÖ ile saatlerdir Kadıköy sokaklarında bir yeri aradıklarını, herkese sorduklarını, ayaklarına karasular indiğini, bu manyağın onu da peşine taktığını, aynı zamanda bu yere kafayı taktığını, bu adamdan bıktığını, ölmek üzere olduğunu, benim yapabileceğim bir şey olmadığını bildiğini ama derdini paylaşmak için aradığı söyleyerek ve de bağırarak beni aradı!!!
Allah allah ne oluyor demeye kalmadı. NÖ aradı. Yakamoz Bar'ı bilip bilmediğimi sordu. Ben de "aa çok iyi biliyorum ya ama yerini çıkaramayacağım" dedim. Nitekim isim çok tanıdıktı ama yerini bilemiyordum. NÖ herkesin, sorduğu herkesin aynı şeyi söylediğini, bunun ne biçim bir iş olduğunu anlamadığını ifade ederek söylenirken ben de EE ve ND'ye sordum. ND bilemedi, EE ise benimle aynı cevabı verdi :))) "aa biliyorum ama nerede olduğunu çıkaramıyorum. :)))
Ertesi gün yılmayan NÖ, Kadıköy Zabıtası'na giderek Yakamoz Bar'ı sorar. Zabıta Müdürü "aaa çok iyi biliyorum ben orayı, gel seni götüreyim" diyerek ve yanına 2 tane daha görevli ve tabii NÖ'yü de alarak Kadıköy Çarşısı'nda teftişe çıkar. Herkese selam vererek yolda zabıta ile birlikte boy gösteren NÖ, adamın söylediği yere varıp yine Yakamoz Bar'ı göremeyince yıkılır!!! Ama en azından Kadıköy çarşısında itibarlı bir yer edinmiştir!!! :)))
Hala yılmayan NÖ, İstanbul Ticaret Odası'ndan edindiği bilgiler ışığında Bostancı'da bir Yakamoz Restaurant olduğu bilgisini elde eder ama yine bir sonuca ulaşamaz... Bunu Küçükyalı'daki başka bir adres izler.
Sonuçta NÖ hala Yakamoz Bar'ı bulamadı, bulunca orada ne yapacağına dair tam bir cevap da bulamadı. Dolayısı ile ekipçe beklemedeyiz. Bakalım bulunca orada ne yapacak? Oturup kızın oraya gelmesini bekleyecek herhalde. Bekleyecek ve yanında kimler var, neler yapıyorlar, neler konuşuyorlar falan casuslus yapacak!!!
Allah herkesi bu delilerden korusun! :)))))
Sevgilisi ile ayrıldıktan (yani sevgilisi ondan ayrıldıktan ama NÖ ondan ayrılamadıktan) sonra NÖ onunla ayrılmamış gibi peşinden gitmeye, köşelerde karşısına çıkmaya, otobüslerden önüne atlamaya, telefonla günde 58 kere aramaya, acaip e-mail adresleri ile msn listesine girme teşebbüslerine çok ama çok fahiş bir hareketi de ekledi!!! Banka müşteri hizmetlerinden bir tanıdık bulup kredi kartını takip ettirme!!! Tabii kredi kartı harcamalarını nerelerde yaptığını takip edince oraların nereler olduğunu da anlamak lazım! İşte Yakamoz Restaurant Bar meselesi tam burada hayatımıza girdi. NÖ ile birlikte, benim, EE'nin, diğer EE'nin, ND'nin, HG'nin, Kadıköy Zabıtası'nın, polislerin, Kadıköy'deki tüm barların, restaurant'ların ve soru sorulabilecek heryer ve herkesin de hayatına girmiş oldu tabii...
Adam ekstrede geçen bu yerin neresi olduğunu bulmaya hayatını adadı desem yeridir. Yakamoz Restaurant Bar Kadıköy (tabii) o kadar geniş bir terim ki bu uğurda NÖ tüm Kadıköy sokaklarını, Bostancı'ya kadar arşınladı diyebilirim. Neden? Çünkü anladık ki (bu konudaki derin araştırmalarımız sonucunda) bir yerin adı ile ticari adı farklı olabiliyor. Ama bunu anlayana kadar tabii yaşanan bir macera var. :)))
NÖ bu mekanı aramak için ilk yola düştüğü gün, biz de EE (küçük olan) ve ND ile birlikteydik. Hikaye şöyle başladı:
Biz kızlarla otururken EE aradı. (büyük olan) Hüngür hüngür ağlıyordu. Aaaaa, ne oldu falan derken, anlaşılmaz bir şekilde NÖ ile saatlerdir Kadıköy sokaklarında bir yeri aradıklarını, herkese sorduklarını, ayaklarına karasular indiğini, bu manyağın onu da peşine taktığını, aynı zamanda bu yere kafayı taktığını, bu adamdan bıktığını, ölmek üzere olduğunu, benim yapabileceğim bir şey olmadığını bildiğini ama derdini paylaşmak için aradığı söyleyerek ve de bağırarak beni aradı!!!
Allah allah ne oluyor demeye kalmadı. NÖ aradı. Yakamoz Bar'ı bilip bilmediğimi sordu. Ben de "aa çok iyi biliyorum ya ama yerini çıkaramayacağım" dedim. Nitekim isim çok tanıdıktı ama yerini bilemiyordum. NÖ herkesin, sorduğu herkesin aynı şeyi söylediğini, bunun ne biçim bir iş olduğunu anlamadığını ifade ederek söylenirken ben de EE ve ND'ye sordum. ND bilemedi, EE ise benimle aynı cevabı verdi :))) "aa biliyorum ama nerede olduğunu çıkaramıyorum. :)))
Ertesi gün yılmayan NÖ, Kadıköy Zabıtası'na giderek Yakamoz Bar'ı sorar. Zabıta Müdürü "aaa çok iyi biliyorum ben orayı, gel seni götüreyim" diyerek ve yanına 2 tane daha görevli ve tabii NÖ'yü de alarak Kadıköy Çarşısı'nda teftişe çıkar. Herkese selam vererek yolda zabıta ile birlikte boy gösteren NÖ, adamın söylediği yere varıp yine Yakamoz Bar'ı göremeyince yıkılır!!! Ama en azından Kadıköy çarşısında itibarlı bir yer edinmiştir!!! :)))
Hala yılmayan NÖ, İstanbul Ticaret Odası'ndan edindiği bilgiler ışığında Bostancı'da bir Yakamoz Restaurant olduğu bilgisini elde eder ama yine bir sonuca ulaşamaz... Bunu Küçükyalı'daki başka bir adres izler.
Sonuçta NÖ hala Yakamoz Bar'ı bulamadı, bulunca orada ne yapacağına dair tam bir cevap da bulamadı. Dolayısı ile ekipçe beklemedeyiz. Bakalım bulunca orada ne yapacak? Oturup kızın oraya gelmesini bekleyecek herhalde. Bekleyecek ve yanında kimler var, neler yapıyorlar, neler konuşuyorlar falan casuslus yapacak!!!
Allah herkesi bu delilerden korusun! :)))))
7 Mayıs 2007 Pazartesi
Cuma akşamı amma da yedik!!!
Cuma akşamı ND'de yine kızlar partisi vardı... Kızlar partisi çünkü ND'nin eşi hem geç katıldı hem de yemekten sonra bilgisayarına çekilip bizi yalnız bıraktığı için olay her zaman otomatik olarak kızlar partisine dönüşüyor. Her neyse... O gece 1 büyük little caesars pizzası söyledik, 1 tane de bedava olduğu için 2 büyük pizzamız olmuş oldu... :))) MD sağolsun (ND'nin eşi) iskeletten hallice olduğundan 2 dilim pizza yedi!!! EE zaten iskelet, haplarla kilo almış bir insan olarak 2 dilim yedi, ŞE zaten dikkat ediyor ama tabii yine bir nebze daha cesaretli 2,5 dilim yedi... Eeee? :))) Geriye kalanları ND ile bendeniz yemiş oluyoruz... Bütün pizza dilimlerini hallettikten sonra yaptığımız hesapla aklımız şaştı. Çünkü ben 5 o da 4,5 dilim yemiş oluyoruz ki bu da pizzalar tam 8 dilim kesildiyse... :))) ND buna "manda şifalığı" dedi. Bence çok güzel uyuyor... Üstelik hepsi nefis kenarlıydı... Üstelik kenarların çoğunu ben yedim... :)))) Bu yüzden artık sıkı diyetteyim duyurulur. Sigarayı bıraktıktan sonra yeme potansiyelim 3 katına çıktığı için aldığım tüm kiloları verip üzerine de 2 kilo vereceğim... Allah yardımcım olsun. :)))
Not: Ama Little Caesars da çok güzel pizza yapıyor yaaa... Hem Akdeniz!Akdeniz!, hem de Caesars!Caesars! çok çok çok lezzetli... Yemeyen varsa hemen yemeli. :)))
Not: Ama Little Caesars da çok güzel pizza yapıyor yaaa... Hem Akdeniz!Akdeniz!, hem de Caesars!Caesars! çok çok çok lezzetli... Yemeyen varsa hemen yemeli. :)))
5 Mayıs 2007 Cumartesi
Günün Sözü...
"Öğrencilerim, çocuklarımız, sevgi içinde, erdemi, höşgörüyü, içtenliği, açıkyürekliliği inançla yüceltsinler isterim. İnsana saygı, her türlü yapmacığı, cıkarcılığı, iki yüzlü buyurganlığı kovsun. Gönlümde üstüne titreyerek büyüttüğüm umut bu."
Akşit Göktürk
(İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünün efsane hocası, benim de 1 sene de olsa dersini alma şansına sahip olduğum olağanüstü insan, 1988'de de vefat etmiştir zaten)
Akşit Göktürk
(İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünün efsane hocası, benim de 1 sene de olsa dersini alma şansına sahip olduğum olağanüstü insan, 1988'de de vefat etmiştir zaten)
Mutlaka ama mutlaka incelemeli!!!
http://www.soykirimgercekleri.info/... Hepimizin iyice anlaması ve hazmetmesi gereken bilgiler. Aman dikkatle inceleyelim...
Tebdil-i mekanda ferahlık vardır...
Bu sabah erkenden (C.tesi sabahı için erken diyelim) kalktım, annem sağolsun çay yapıp bana kahvaltı hazırlamasa kendimi 9'da sokağa atacaktım ama 9,5'u buldu... Nedeni ise ZB'nin yarın taşınıyor olması. Bugün tüm arkadaşları onun evine gidip eşya topladık. Ben, tabii, taşınma konusunda oldukça deneyimli olduğumdan evdeki mutfak eşyalarının hakkından geldim. Sonra onun diğer arkadaşları geldi, toparlanmış evde börek yedik, çay içtik. Karmaşık hisler içinde, ZB'yi gözledim... Çok güçlü ve çok ayaktaydı. Ben o kadar değildim kendi evimden ilk taşındığımda. Oldukça zavallı bir görünümüm vardı diyebilirim hatta. Tüm yaşananlar bir rüya gibi geliyordu bana. Sonra yeni evine gittik, öylesine şirin, öylesine güzel olmuş ki. Çok mutlu olduk. Harika annesine bakıp ikisini de çok takdir ettim, bu kadar düzgün insanlar tanıdığım için de çok mutlu oldum... Çevremde ne kadar güzel insanlar var ve ne kadar şanslıyım bu konuda... Helal olsun bana! :))
4 Mayıs 2007 Cuma
HG'nin kareleri...
Bu fotoğrafın da bende özel bir yeri var. Çünkü bunu çekerken ben de HG'nin yanındaydım. MH'nin grubu Arwen'in fotoğraf çekimlerini yapıyorduk. Burası da Kapalı Çarşı'daki (benim çok çok sevdiğim) Zincirli Han'ın 2. kat merdivenleri. Bu ışık, bu doku, orası İstanbul'un bence en güzel köşelerinden biri. O gün de ne kadar eğlenmiş, ne kadar da güzel fotoğraflar çekmiştik. Önce Yıldız Parkı'nın yanındaki yokuşta fotoğraf çekmiş sonra karşıya geçip boğazda çekimler yapmış sonra yine, bu kez vapurla karşıya geçip Kapalı Çarşı'da da fotoğraf çekmiştik. Anımsadığım güzel günlerden birine ait de bir anı yani bu fotoğraf aynı zamanda...
Başlıksız...
Gece yatıyorum... Ne kadar da şanslıyım... Yattığım yerden bembeyaz bir tabak gibi dolunay görünüyor... Gözlerim kapanmasın diye uğraşıyorum... Olmuyor. Belirsiz bir saatte uyanıyorum... Dolunay daha sağa ve yukarı doğru hareket etmiş... Artık penceremin ortalarında bir yerde. Bunun tam olarak ne yöne bir hareket olduğunu çözmeye çalışıyorum. Güney batıya galiba diye hesaplayıp yine uykuya teslim oluyorum... Yine bilemediğim bir saatte uyanıyorum. Hep aynı şekilde yatmama ve ne rüya gördüğümü anımsayamamama şaşarken yine dolunaya bakıyorum... Daha da sağa ve daha da yukarı hareket etmiş yani daha güney batıya (mı acaba?). O kadar güzel ki.... Artık pencerenin iyice sağına ve yukarısına ilerlemiş. Bir kez daha uyandığımda onu orada bulamayacağıma üzülüyorum. Bir gayretle kafamı doğrultuyorum, bakıyorum ışıkları denizin üzerine yansımış. Tanrıya bu güzelliği bana yaşattığı için teşekkür ediyorum. Dünyada kaç kişi benim şu yaşadığımı yaşamaktadır, yaşamıştır diye düşünürken bir kez daha uykuya teslim oluyorum... Bir sonra uyandığımda Alfie filmi için Mick Jagger'ın bestelediği "Old Habbits Die Hard" adlı parça çalıyor. Bu benim telefonumun alarm müziği. Her sabah saat 6 civarı bu şarkının başlangıç bölümlerini duyuyorum. Hiç bıkmıyorum. Hava aydınlanmış, dolunay artık gökyüzü ile neredeyse aynı renk. Lenslerimi takmadan seçmekte zorlanıyorum. Zorla kendimi yataktan atıp, duşa hareket ediyorum. Sular bedenimden dökülürken, yaşamak aslında ne kadar da güzel şey, yıllarca bu detayları göremeden kendimi nasıl da kahretmişim diye kendime (hayıflanmıyorum) gülüyorum...
Güzel bir Mayıs gününe kendimi bırakıyorum...
Güzel bir Mayıs gününe kendimi bırakıyorum...
2 Mayıs 2007 Çarşamba
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)