22 Mayıs 2007 Salı

Bugün de akşam oldu...

Akşam oldu... Ece geldi... Hırvatistan'a gitmişti... Tabii ben iki haftadır kopuk olduğum için onun gidişini yazmamıştım. Her neyse, seyyahtır kendisi bu arada. Gezer... Gezmediği çok az yer var... Bir kültür grupları var... Fest Turizm'de. Rehberleri de bu işin duayenlerinden biri Faruk Pekin. Geziyorlar işte hep birlikte onun uyduları gibi... 12 gündür yoktu... Evde tek başınaydım... Çok özlemişim onu... Sevindim geldiğine... Salata yaptım ona... Bavulunu boşalttık... Çamaşır attık makineye... Kahve içtik, anlattı biraz... Biraz önce yattı... Yorulmuş, haliyle...

Geçen Cumartesi Sultanahmet'te Osmanlıca hocamla buluşmuştum. Adı Orhan Sakin. Osmanlı Arşivinde görevli zaten. Çok zevkli bir iş yapıyor gerçekten, kıskanıyorum... Neyse o gün arabayla gitmek zorunda kaldım hiç de tercihim değildi aslında. O yüzden arabayı Kumkapı'ya bıraktım, yukarı yürüdüm. İstanbul'da en sevdiğim bir kaç yerden biri o bölge zaten, insanın gidince başı dönüyor. O mutlulukla arşive gittim, hocayla bakındık, o bana arşivi kullanmayı öğretti, değişik yazı stillerinde yazılmış dökümanlara baktık. Bu arada Osmanlı Maliyecilerinin özel bir yazı karakteri var, yemin ederim Sümerlerin çivi yazısı yanında halt etmiş. Mümkün değil okumak. Sonra... Sadede gelemedim yine. Hemen Osmanlı arşivinin arkasında bir kitapçı var, ne yazık ki adını unuttum ama büyük bir yayınevinin de karşısı zaten. Arşiv de Firuzağa Cami'nin karşı sokağı hemen yani çok kolay. O kitapçı süper bir yer. Hele de tarihe meraklı olanların gitmesi gerek. Ben bu Cumartesi yine gideceğim.

Bu Mazhar Alanson'la karısının oynadığı ttnet filmleri benim tansiyonumu düşürüyor... Fena oluyorum, bayılacak gibi... Bir de Veet'in testimonial filmleri var. Ağda için yapılmış. Onlar da fena... Kadınlar bacaklarında ellerini gezdiriyorlar ve insanın böyle içini hışır hışır yapan bir ses çıkıyor. DV kamerayla falan çekmişler herhalde, hani renkler böyle bir parlak olur ya, kötü 80'li yıllar filmleri gibi, Küçük Ceylan'ın falan. Ya da küçük ... Neydi adı ya? Ha Emrah'ın da olabilir...

Bu arada ikinci bardak sütümü içiyorum, yemin ederim çocuklar benim kadar süt içmiyordur herhalde. Bu Pınar'ın Laktozsuz sütü o kadar güzel ki, bayılıyorum ona ya... Yanında da çikolata. Sağlıklı beslenme diye ben buna derim.

Bu arada bak yine konuyu dağıtıp unuttum. Hocam Orhan Sakin'in çok başarılı kitapları var. Bugün (yani bu aralar) bir tanesini okuyorum "Ermeni İsyanı Günlüğü 1915". Bu Ermeni olaylarına yeminli tanık ifadeleri ile çok gerçekçi bir bakış açısı getiriyor. Okunmalı bence. "Temeşvarlı Osman Ağa - Bir Osmanlı Askeri'nin Sıradışı Anıları" da bir diğer güzel kitabı. Hatta ben, ilgi duyduğum için "Tarihsel Kaynaklarıyla İstanbul Depremleri'ni de aldım. Bir de hazır gitmişken (tabii deli oldum orada o kadar güzel eserler vardı ki) 2 tane daha kitap aldım (ama tam benlik kitaplardı ne yapayım ki). Biri "Osmanlı Devleti'nde Aşiret Yönetimi", Faruk Söylemez'in. Diğeri de "Türk Dilleri" Talat Tekin ve Mehmet Ölmez'in. Ama o kitapçıda daha süper kitaplar var.

Bir de Georges Jean'ın "Yazı İnsanlığın Belleği" kitabını buldum. Yalnız benim hatırladığım bu büyükçe bir kitaptı. Küçük versiyonunu yapmışlar. Güzel fikir, hoşuma gitti. Bir de yine harika bir antropoloji kitabı aldım "Tüfek, Mikrop ve Çelik", Jared Diamond'un. Aslında herşeyi bırakıp bunu okumak istiyorum da neyse bu tatlının en güzel kısmını sona bırakmak gibi olsun diye sabrediyorum.

Bizim DVD'ciden bir film almıştım; "The Lost Room". Filmi hala seyretmedim. Saat 11'e geliyor. Seyretsem mi seyretmesem mi? Seyretsem mi seyretmesem mi? Manyak bir filme benziyor... Çetrefilli bir şey... Ama davul çalışmam da gerek...

Akşam işte... Evde bir akşam... Sıradan bir akşam...

Hiç yorum yok: