4 Haziran 2008 Çarşamba

Denizli'nin nesi meşhurdu?..

Demiştim ya, geçen Çarşamba Denizli'ye gittik. Denizli'ye yakışır bir saatteydi uçak : 06:50. Kargalar kahvaltısını etmeden çıktığımız yolculukta, uçaktan inene kadar olan kısmı zaten pek anımsayamıyorum, çok bulanık. Evden çıktım, ajansımızın şoförü olan ÖT beni aldı 04:50'de! ÜÜ'yü aldık ama saat kaçta aldığımızı bilemiyorum, malum uyuyordum. :) Havaalanına gittiğimizi, check-in yaptırdığımızı, portakal suyu ile kaşarlı kruvasan yediğimizi hatırlıyor gibiyim, sonra sakince uçağa bindik, oturduk ve hoopp Denizli! Uçağın taksiye çıkışını bile hatırlamıyorum. Herneyse...

Denizli'nin acaip güzel bir havaalanı var. Tiran'ın havaalanı ile karşılaştırınca örneğin; kat be kat büyük ve güzel bir havaalanı ama çelişki işte günde sadece 2 uçuş var. İkisi de THY ve ikisi de İstanbul. :) Bu yüzden havaalanı çalışanları sabah 05:30 gibi iş başı yapıp, 09:00 gibi bırakıyor sonra akşam 17:00 gibi yeniden iş başı yapıp, 21:00 gibi bırakıyorlarmış. Süper bir çalışma sistemi vallahi ne diyeyim...



















Denizli'ye hiç gitmemiştim. Bu yüzden şaşırtıcı oldu benim için çünkü düşündüğümden çok daha modern, çok daha güzel, en önemlisi çok ama çok yeşil bir şehir buldum karşımda. Biraz İzmir, biraz Selanik ve binaların renkliliğine bakınca biraz da Tiran'ı andırıyor. Her yer palmiyelerle dolu, gerçekten çok güzel. İnsanlar çok modern, bütün büyük markalar var. Eh ne de olsa bir sanayi şehri, özellikle de tekstil sektöründe ne kadar güçlü olduğu malum.



















Gideceğimiz yerin Acıpayam olduğunu öğrendiğimizde daha önümüzde 75-80 km.lik bir yol olduğunu da öğrenmiş olduk ve araba kiraladık. Acıpayam, Antalya yolu üzerinde, çok şirin bir kasaba. Hemen Denizli çıkışında bu yolun girişinde Teras adında bir yerde kahvaltı ettik. Kahvaltı dediysem, görmeden inanmazsınız, bir kuş sütü eksik. ÜÜ ve ben de yemek yemeyi hiç sevmeyiz, allah için, zevkten dörtköşe olduk, üzerine muhteşem yeşillikler içindeki manzara da eklenince değme keyfimize. Bu iş seyahatleri hiç de fena değil canım. :)






































Bu arada menüdeki "mantar teratör"ün ne olduğunu biz çözemedik. Çözebilen varsa beri gelsin. :)

Acıpayam, dolayısı ile Antalya yolu öylesine güzel ki, Toroslar, yemyeşil tarlalar ve gelincikler insanı kucaklıyor. Büyüleyici bir manzara gerçekten, başım döndü, mutluluktan midemde kelebekler uçuştu. Yeşil muhteşem bir şey ve ben doğaya gerçekten aşığım.



















Acıpayam'da toplantımızı yaptık, oldukça da uzun sürdü, dolayısı ile Pamukkale'ye zaman kalmadı. Biraz da yüzsüzlük olacaktı zaten, doğrusunu söylemek gerekirse :) ama yine de kuyu kebabı yemeye zaman kaldı. Allahım, vejeteryan olamadığım için beni affet, kendimi çok suçlu hissediyorum ama çok güzel ne yapayım? :) Hele üzerine manzara da eklenince...





































Yine aynı yol üzerindeki Serinhisar kasabası da leblebisi ile meşhurmuş. Ben leblebiyi sadece Çorum'a ait bilirdim ama öyle değilmiş, burada onlarca leblebi mağazası var, çikolata kaplısı, şekerlemesi vs. bir çok çeşit de bulunuyor. Ayrıca meşhur buldan bezleri, örtüler, havlular, bornozlar da süper ve fiyatları uygun, yolunuz düşerse faydalanın mutlaka. :) Aynı tekstil ürünleri Denizli'nin içinde meşhur Babadağlılar Çarşısı'nda da çok uygun fiyatlarla var ve esnaf, her zamanki gibi çok sıcak ve yardımcı...

Denizli maceramız da böylece bitti, 300 km'ye yakın yol yaptık, sıkı bir toplantı ama allah için çok yorucu oldu diyemem. Dönüşte yine uçak yolculuğunu hatırlamıyorum. Yolda uyuma yeteneğim olduğu için kendimi takdir ediyorum... :)

Not: "Denizli'nin nesi meşhurdu allah aşkına?" diye bütün gün düşündükten ve ÜÜ'den de (sanırım benimle dalga geçmek için olsa gerek) hiç bir cevap alamadıktan sonra, dönüş yolunda kafama dank etti. Tabii ki "horoz"u meşhur! Etrafta pek horoz göremedim doğrusu, bence buldan bezi meşhur, bu da böyle biline!..

Hiç yorum yok: