6 Eylül 2007 Perşembe

Dünyadaki son günüm bugün olsaydı...

Bu dünyadaki son günüm olsaydı ne yapardım?

Son 24 saat.

Her gün, her saat kafamı kurcalayan, binlerce kez düşündüğüm, endişelendiğim, korktuğum şeyleri ne kadar düşünürdüm? Bütün bunlardan uzak olmak nasıl bir şey olurdu? Dünyada olup olmamak bir şey fark eder miydi acaba? Dünyada yapmayı sevdiğim şeylerin tadını çıkarmaya mı bakardım acaba tüm gelecek endişelerinden sıyrılmış olarak? Yoksa söyleyemediğim şeyleri mi söylerdim insanlara, bana kızacaklarını, acıyacaklarını, ağlayacaklarını, üzüleceklerini bile bile? Ya da yapmayı hep düşündüğüm ama hiç fırsatım olmayan şeyleri yapmak için kendimi sokaklara mı atardım acaba, yarın onları yapamayacağımı bile bile? 24 saate ne sığdırabilirsiniz? 24 saat ne kadar uzun? 24 saat ne kadar da kısa... Dünyadaki son günüm olduğunu bilseydim, kötü olmayı mı seçerdim acaba? İyi olmayı mı? Sevgimi mi sunardım insanlara, yoksa içimde gizli kalmış, belki de hiç olduğuna inanmadığım nefret ve kin mi açığa çıkardı, nasıl olsa yarın bunların hepsinden uzak olacağımı bilmenin verdiği güvenle?

Dünyadaki son günüm olsaydı, sevdiğim herkesi tek tek arardım herhalde. Veda etmek için değil, hatırlarını sormak için. Şimdi çeşitli bahanelerle, zamansızlıktan, yorgunluktan, telefonla konuşmanın verdiği bıkkınlıkla ertelediğim, unuttuğum, görmezden geldiğim konuşmaları yapardım tek tek. En sevdiğim yemeği yerdim, son kez, çok güzel bir sofrada. Güneşin doğuşunu seyretmek isterdim ve batışını eğer hava durumu elverirse. Son kez yemyeşil çimlere yatmak isterdim, dev bir ağacın altında eğer bulabilirsem İstanbul'da. En sevdiğim kitabın, en sevdiğim bölümünü okumaya da zaman ayırırdım üşenmeden. Annemin koynunda uyumak isterdim bir 15 dakika da olsa. En yakın dostlarıma, onları ne kadar da çok sevdiğimi söyleyip, teşekkür etmek isterdim yaşamımda var oldukları, beni destekledikleri, eleştirdikleri, paylaştıkları için güzel ya da kötü anları. En sevdiğim filmlerden birinin en etkilendiğim planlarından bir kaçına da zaman ayırırdım. Belki sıcacık bir banyo yapardım son kez. Suyun tadını çıkararak. Eski resimlere bakardım biraz, geçmişte, benden önce bu dünyadan ayrılmış ve belki de kısa bir süre sonra kavuşacağım insanlara, geçmişte kalan dostluklara, çocukluğuma, ilk gençlik zamanlarına. Kitaplarımı okşardım, dağıtırdım onları değerini bileceğini düşündüğüm insanlara. Kendime saklamak, kimseyle paylaşmamak takıntımdan kurtulurdum, onları yanımda götüremeyeceğimi bilmenin zorunlu kabullenişi ile. Son bir kez yazmak isterdim içimden geçenleri, benden sonra birilerinin okuması için, bir iz bırakmak ümidi ile...

Son 24 saatim olmadığını düşündüğüm bu anda, keşke öyleymiş gibi yaşayabilsem biraz, yarını umursamadan, takmadan korkularımı, endişelerimi, ümitleri, ümitsizlikleri.

Ama olmuyor işte. İnsanız değil mi? Olmuyor işte. Keşke olabilse. Keşke yarın ölecekmiş gibi yaşayabilsek, hiç ölmeyecekmiş gibi de bağlanabilsek yaşama. Söylemek kolay, yapmak zor.

2 yorum:

varol döken dedi ki...

eüzü billahi mine'ş şeytani racim,
bismillahirahmanirahim..

24 saatimde yapacağım her işe böyle başlardım hatta 24 saatte kuran nasıl hıfz edilir onu bulmanın bir yolunu arardım... eh malum yaşam kısa, kötülük çok:)

bu aslında benim en büyük korkum, tövbekar olmak, yaşamda sığınmadığım yaratıcıya ölürken sığınmak... böyle ölürsem kendimi ölmüş sayardım işte, son 24 saatimde bunun olmamasına çalışırdım... bir inkarcı değilim ben gerçi, bilinemezciyim onun yerine ve son 24 saatimi bilinemez saydığım bir şeye harcamak istemezdim...

ama ea'nın aksine kin kusardım dünyaya, mümkün olsa tayyip erdoğan'ı, mehmet barlas'ı, hıncal uluç'u, yalçın küçük'ü, petek dinçöz'ü, victoria beckham'ı vs. arardım... onlardan hayatımın hesabını sorardım, neden onların kalıp benim gittiğimi... daha yakınımda olanlara öleceğimi söylemeden kusardım nefretimi, yumruk yumruğa kavga da ederdim, sanırım rahatlardım da...

- gelsene gelsene, sen var ya karaktersiz yavşağın tekisin, seni tanıdığım 10 yıldan beri böylesin...

- varol ne diyorsun ulan sen, öldürürüm seni...

- ahahahaha

- ne gülüyorsun ulan, öldürürüm diyorum...

böyle bir şeyler işte... aynı şekilde sevdiklerime de öleceğimi söyleyeceğimi sanmam... ama yok ya aslan burcuyum ben, bu konudan bile övünülecek bir taraf bulurum...

zrrrr...

- alo

- naber len ea varol ben?

- ya varol saat kaç biliyor musun sen?

- boşver saati falan, ben var ya ben senden önce öleceğim, ohhh canıma değsin...

bu da böyle olacaktır sanırım... bir de eski sevgililer var ki, onları nasıl arayacağımı bulmam gerekir... bu konuda düşündüm ama daha önce, bütün anılarınla göçmen mi lazım yoksa bu dünyaya dair içinde hiçbir şey kalmaması mı? benim tercihim ikincisi çünkü başka bir dünyaya inanmıyorum...

sevdiklerime küçük sürprizler bırakırdım, muhtelif vasiyetlerim maillerimde bulunur zaten... misal vakti zamanında bir arkadaşa deri ceketimi bırakmıştım, vazgeçtim şimdi, burayı okuyacak arkadaşlardan en yakışıklısına vereyim gitsin... dana derisi ha, kaçmaz fırsat, ilgilenenler mesaj bitince arasın beni:) elimden geldiğince herkese bir şey bırakmaya çalışırdım, yaşarken kraldım ama kral mezarları gibi süprüntüleri yerin altına götürmek gerekmez...

mail şifrelerim çok önemli, bütün hayatım orada, hoş ben gittikten sonra hayatımın kime ne faydası var ama... olsun yaşarken düşünmek lazım bunu...

taksim'de çırılçıplak koşardım, aynı hızla bir bara girer, kulak arkamdan 100 dolar çıkartır, bir şişe tekila alır, koşmaya devam ederdim...

gazetenin birine "ALMAZSANIZ MININIZA KOYAYIM!" diye bir ilan çıkardım, malın ne olduğunun önemi yok...

yine gazetenin birine kendi cenaze ilanımı verirdim, geride bıraktığım kimseye bu konuda güvenemem... şöyle bir şey olurdu:

ah anam kıyamam sana, öldün mü sen? ne güzel çocuktun ulan, başka ölecek biri yok muydu? hani bana söz vermiştin sonsuza kadar yaşayacaktın? bence sen ölemezsin, bunun hesabını öbür tarafta verecekler... ama öldüysen şunu söylemeliyim ki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadın... bir işe yaramaz ama kıyak adamdın... hep bir yeteneğin olduğuna inandım ama madem ölüyorsun dürüst olmalıyım, sen hiçbir zaman bir bok olamadın... şimdi bak ne güzel ölü oldun, artık arkandan atıp tutarlar, büyük yetenek, büyük kayıp diye... yeme! mezarının içinde albeni bırakıyorum, yiyeceksen onu ye...

vallahi varolcuğum görüşmek üzere, bil ki seni özlemeyeceğiz ama arada sırada aklımıza gelirsen, söz valla gülümseyeceğiz...

not: çelenk gönderilmemesi, hatta cenaze yapılmaması rica olunur, bütün bunların yerine bir deniz kenarı barında, herkes birbirine içki ısmarlasın, son kadehler şerefime denize dökülsün... şaka lan şaka yazık günah, onları da için...

cenaze ilanımı da yazdığıma göre, artık hazırım... hepinize güle güle sevgili okuyucularım...

imza: en güzel varol ölü varol...

EA dedi ki...

Varolcuğum Kuran-ı Kerim Muhammed Suresi 36. ayet'i bir kez daha hatırlatırım: "Hayat bir oyun ve eğlencedir"... Başka bir dünyaya inanmanın en güzel yanı da bu işte. Buranın bir oyun olduğunu hazmedersen, herşey bir oyun olarak kalıyor... Oohhh! Ama söz, benden önce oyundan çıkarsan, senin için deniz kenarında bol içki içeceğim ama muhtemelen hüngür şakır ağlayarak, tersini yapmam varoluşuma aykırı olur. :)) Ayrıca hep böyle şenlendir sen benim günlüğü olur mu?