4 Eylül 2007 Salı

Her dağa kaldırabileceği kadar kar...

Ajans boş... Ne zaman çıkmış herkes... Queen çalıyor. Bohemian Rapsody... Bazen nasıl da iyi geliyor yalnızlık... Hele de en sevdiğin arkadaşlarından birini bekliyorsan, hele de evde seni bekleyen biri varsa...

Oyunun kurallarının ağırlığından konuşuyorduk bugün. Bu konuya sardım bu aralar ya, her fırsatta bunu gıdıklayıp duruyoruz... Kurallar ağır; kurallar ağır olmasa zaferlerin değeri olmaz sanırım. Maraton ve 100 m. aynı ağırlıkta mı örneğin? Acaba? Biri çok uzun, sanki daha ağır... Bir diğeri de çok hızlı. Ağırlık, zorluk da ne kadar göreceli kavramlar aslında. Tüm soyut kavramların olduğu gibi... Hep üzülmüşümdür soyut kavramlarla ilgili net fikirlere sahip olanlara. Üzülmek de demeyelim de şaşırmak daha çok. Bilmediğin bir yere giderken hani, yol daha uzun gelir insana da dönüş o kadar uzun gelmez, hatta ikinci gidişte iyice kısalır. Yakacık'ta otururken bunu çok net görürdüm (o zaman Tarabya'da çalışıyordum hem de). 55 km yol bana çok kısa gelirdi de, yanımda biri varsa, o, genelde, "nasıl oturuyorsun bu kadar uzak yerde" diye sorardı. Oysa ben alışmıştım. Farkında bile olmuyordum artık. Demem o ki, kaldırdıkça alışılıyor ağırlıklara da...

Hani derler ya, her dağa kaldırabileceği kadar kar verir Allah. Gerçekten de öyle. Evladını kaybeden bir anneye, annesini kaybetmek o kadar da acı gelmez belki ama ben annemi kaybetsem evladımı kaybetmekten fazla acı çekebilirim, çocuğum olmadığından o duyguyu bilemeyeceğimden elbette. Çok çalışmak da böyle, çalıştıkça alışıyorsun. Biz haftasonu bir gün çalışsak şikayet ediyoruz da ND mesela; 7 gün çalışıyor bizim kadar şikayet etmeyebiliyor. İnsanlara da alışıyor insan. Öylesine hayatının bir parçası oluyorlar ki, bir nedenle çıksalar hayatından sudan çıkmış balığa dönüyorsun. Belki de bu korkuyla hiç kimseyi kolay kolay çıkaramam hayatımdan ben. Belki bu yüzden kinci değilimdir pek, hatta hiç değilim sanırım. Yükü karşına değil sana yüklüyor sanki intikam duygusu. Oyunun net kurallarından biri bence, sabır. Ama tahammül değil, içten içe yanıp dışarıdan belli etmemek değil. Gerçekten olanı olduğu gibi kabul edebilmek. Başımıza gelen herşeye bardağın dolu tarafı ile bakabilmek. An geliyor bunu yapabilmek ne kadar zor olabiliyor, oysa aradan yıllar geçtiğinde pek bir anlamı kalmadığını görüyor insan...

Her zamanki gibi konuyu dağıttım. Başlarken ne anlatacağıma da karar vermemiştim zaten... Çıkayım... ND ile buluşayım, Kadıköy'deki Beşiktaş İskelesi'nin üzerinde Deniz Atı var, oraya gidelim, bir bira iyi gelir... Hatta kısa bir yürüyüş bile yapabiliriz. Yaz akşamlarının tadını çıkarmak gerek. Şurada ne kaldı?

Oyundan bir mevsim daha eksiliyor... Haydi bakalım!

4 yorum:

zeynep dedi ki...

Yaz akşamlarının tadını çıkarmak gerek haklısın ama nasıl?
Her gece mesai yaparak tadı nasıl çıkarılır yazın :(

OzlemPansiyon dedi ki...

yanıt veriyorum: "çıkarılamaz".

her mevsim aynı zaten. bu hayat kesinlikle yanlış.

EA dedi ki...

Sizin dağlar fazla kar kaldırıyor ki yukarıdaki de vermiş kardeşim ben ne yapayım? Bak biz en geç 20:30 gibi çıkıyoruz. :))

varol döken dedi ki...

yılbaşı diye bir şey gerçekten olsaydı bütün dünya yeni yıla aynı anda girmez miydi? burada yaz olurken, şilili kızlar o güzel bacaklarını yorganlara sarıyorlarsa, yerim öyle dağı da karı da...

gece yalan, gündüz yalan, mevsimler ve yıllar külliyen yalan... top işte bu dünya daha ötesi var mı? hatta bundan sonra dünyaya tansu diyeceğim ben...

batsın bu tansuuu, bitsin bu tansuuu...