31 Ocak 2007 Çarşamba

Kısa Kısa 31 Ocak 2007

... Bugün AG'nın doğum günü... İyi doğdun kardeşim...
... Yeşim Salkım ile İlker İnanoğlu'nun evliliğinden çok ama çok sıkıldım, gerçekten...
... Bizim Arzu Mantı (çoğu zaman öğlen yemek söylediğimiz yer) neden yemek söyleyince 2 saat sonra getiriyor yahu? Yemekleri bu kadar güzelken servisin bu kadar yavaş olmasına gıcık oluyorum...
... Sabahları poaça aldığımız Aysu Börek'in poaçaları gerçekten ama gerçekten olağanüstü, hele de ev poaçası... EE'nin (küçük olanın) annesinin yaptığı kurabiyeler de çok güzel bu arada, çoktandır yapmadı bak hatırlatayım :))
... Geçen akşam vapur o kadar salladı ki, nasıl batmadık hala şaşıyorum. Vapurda herkes 3 kulüvallah 1 elham okuyordu. Çok matraktı yemin ederim.
... Bugün Penguen'de Yiğit Özgür her zamanki gibi süper... Söylüyorum bak, şuraya yazıyorum alacağım onu... :))) Hazır hatırlamışken geçen haftaki kapak da süperdi, helal olsun diyorum kendilerine.
... Mahsun Kırmızıgül, Justin Timberlake'e benziyormuş... Buna nasıl bir yorum yapayım ki, yorum yok diyebiliyorum sadece yani!!!

Günün Sözü...

Babam bana çalışmayı, fakat işin esiri olmamayı öğretti.
Şimdi; okumanın, hikaye anlatmanın, şakalaşmanın, konuşmanın ve gülmenin iş kadar; hatta ondan da önemli oldugunu biliyorum."

Abraham Lincoln

30 Ocak 2007 Salı

Günün Sözü...

"Aslında hayatımızı, başarımızı, mutluluğumuzu belirleyen bizim kendi davranışlarımızdır. Başımıza gelen herşeyle, onlara verdiğimiz tepki ve yanıt arasında geniş bir hareket alanı vardır.“

Stephen Covey

26 Ocak 2007 Cuma

Günün Aktivitesi...

Bugün EE ve EE ile :) Jazz Cafe'ye Dan da da Dan'ı dinlemeye gidiyoruz. 22:00'da başlıyor... EE gecikmezse (küçük olan) orada olacağız. Ben bu grubu uzun zamandır dinlemek istiyordum... Bakalım nasıllar yarın veririm raporunu... Bu arada ajansta çok acaip bir gün bugün... Çok yoğun... BS ajanstan ayrıldı ama memnunuz çünkü Grey'e geçti. P.tesi başlıyor... Bugün de bizi ziyarete geldi, mutluydu... Onu mutlu gördük biz de mutlu olduk...

Günün Sözü...

"Hep denedin, hep yenildin
Olsun!
Yine dene, yine yenil
Daha güzel yenil."

Samuel Beckett

25 Ocak 2007 Perşembe

Kısa Kısa 25 Ocak 2007

... Gülben Ergen'in Atlas bebeğinden ve maceralarından, nasıl doğum yaptığından içime fenalık geldi. Allah bağışlasın da yani, yetti gayri!..
... Cafe Marmara Starbuck's olacakmış diye bir söylenti çıkmış, yetmedi mi Amerikalılaştığımız anlamıyorum ki... Cafe Marmara da dursun, ne olur sanki... Para hırsımızla dünya güzeli ahşap konaklarımızı yakıp, yıkıp apartman yaptık, güzelim Türkçemizi Amerikanca yaptık, mutfağımızı, komşulukları, yazlık sinemaları herşeyi, masumiyetimizi yitirdik yetmedi kahvelerimiz de Starbuck's, Gloria Jean olsun...
... Armağan Çağlayan kimdir yahu? Buna mantıklı bir cevabı olan bir Allahın kulu çıkar mı acaba, merak ediyorum...
... Karısını cayır cayır yakan adam 3 ay sonra çıkmış hapisten... Kafamıza eseni yakmak için ne güzel cesaretlendiriyorlar vallahi bizi, helal olsun!..
... Hrant Dink'i öldürmeye çocukcağızı azmettiren adamın yüz ifadesine bakınca, cehennemden direkt buraya görevli gelmiş bir ruh görüyorum... Allah ıslah etsin... Bir de Orhan Pamuk'a takmış kafayı... Biz ne zaman farklı fikirlere karşı bu kadar hoşgörüsüz, hatta fanatik olduk? Herşeyi Kurtlar Vadisi'ne bağlamak da bir yere kadar...

House Başladı!...

House'ın yeni bölümleri başladı... Ve ben bu doktora hastayım... Dizimax'te her P.tesi akşamı. Tabii ben P.tesi günleri seyredemiyorum çünkü ND ve EE ile tavuk gecemiz ama C.tesi günleri tekrarını seyrediyorum. Ben bu nalet adama bayılıyorum...

Bizim evden manzara...

Bizim evden görünen manzara, bu aralar, o kadar olağanüstü ki, dünyada olağanüstü şeyler olacakmış gibi geliyor bana. Ben, güzel şeyler olacak diye beklerken, üstüste kayıp haberleri geliyor ama... Yine de içimdeki ümidi engelleyemiyorum. Geçen gece, resimde görünen manzara, kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi bir degrade ve sonunda gece mavisi bir gökyüzü ve hilal... Allah biliyor ya, ben kar falan yağmamasından şikayetçi değilim. Biliyorum çok bencilce ve çok zararlı bir şey bu söylediğim... Ama havalar çok güzel gidiyor yahu! :)))

24 Ocak 2007 Çarşamba

İsmail Cem de gitti...

Biliyorum bekleniyordu... Ama yine de içim yandı... Bana göre güzel bir insandı... Bu dünyayı güzelleştirebilecek, bu ülkeye iyi şeyler yapabilecek bir insan... Son seçimlerden önce olan saçma sapan olaylar olmasaydı, o başbakan olsaydı, neler olurdu? Hiç bir zaman bilemeyeceğiz... Onun adına sevindim... Kendi adıma üzüldüm...

Onun ardından 1995'de kendi yazdığı "Veda" diye bir şiiri var, onu buraya koymak istedim. O kadar güzel anlatıyor ki her şeyi... Hürriyet'in web sitesinde var. Allah razı olsun, yoksa 2 saat arardım herhalde...

Veda

Çok ileri bir tarihte
Çok yaşlı olarak
Sessizce ayrılmalıyım
Kimseye pek gözükmeden
Ve kimseyi rahatsız etmeden.

Masamın üzerinde
Dünden kalan işler
Tamamlanmamış yazılar
Okunmayı bekleyen kitaplar
Ve anılar ve umutlar.

Filleri kuyruğundan çekerek
Tepeleri aşırtmaktı görevim
Günler bitti filler tükenmedi
Ben elimden geleni yaptım
Gerisini siz tamamlayın.

Boşa geçmedi hayatım
Daha fazlası olabilirdi ama
'Buna da şükür' demeliyim
İşte sevgili dostlar
Ben böyle veda etmeliyim

21 Ocak 2007 Pazar

ES geri döndü...

Sevgili arkadaşımız askerliğini bitirdi. Geri geldi... Anıtkabir'de rehber olarak yaptıkları ailesini, tüm arkadaşlarını o kadar mutlu etti, gururlandırdı ki, zaten aklını, fikrini, yaratıcılığını, insanlığını sevdiğimiz arkadaşımıza tam da bunu yakıştırırdık... Dünyanın farklı yerlerinden gelen misafirlere Ata'mızı, Kurtuluş Savaşı'nı, bu ülkenin nasıl, ne gibi bir mücadele ile kurulduğunu anlattı 5,5 ay boyunca... Fransızca, İtalyanca, İngilizce olarak yaptı bunu... Helal olsun ona.... Her neyse... Dün arkadaşlarımızla ona bir hoşgeldin yemeği yaptık... Fotoğrafta bizim ekip... Çok güzel bir kaç saat geçirdik. ES'nin henüz yeniden eski hayatına dönmüş olmanın verdiği şaşkınlığı üzerinden atamamış olmasının sersemliğine ve AG'nin her zamanki çılgın askerlik hikayelerine bol bol güldük. :))) Ayıptır söylemesi bol rakı içtik, çöp şiş, kaburga ve künefe yedik... EE her zamanki gibi en son geldi... :) Assolisttir kendisi malum...

Bekir Çoşkun - 27 Eylül 2005 - Ermeni Meselem

Hrant Dink'in öldürülmesi düşünen, gören, anlayan insanların, hepimizin; içini, bağrını yaktı, kül etti. Sadece bir insan öldüğü için üzülmek değil bu, sevdiğimiz bir insan öldüğü için üzülmek de değil dostluğun, barışın, sevginin, anlayışın, özgür düşüncenin de bağrına saplanan bir kurşuna üzülmek... Uğur Mumcu'ya, Ahmet Taner Kışlalı'ya üzülmek... Annemize babamıza, anneannemize, dedemize, kardeşimize, eşimize üzülmek...

Bekir Coşkun'un aşağıdaki yazısı bu meseleye o kadar güzel yaklaşıyor ki okumayanlar okusun, okuyanlar anımsasın istedim...

Ermeni Meselem

BENİM bir milyon Ermeni’nin ne olduğu konusuyla ilgili bilgim yok.

Benim bir tek Ermenim var.

(.....)

Annemiz öldükten sonra devlet memuru olan babam, atının arkasına beni ve kız kardeşimi alıp anneannemize götürdü. Urfa’ya yakın Tülmen’in bağları içindeki o büyük evde anneannemiz bizi çok sevdi.

Çocukluk anıları silinmiş olsa bile, onun bize çok özen gösterdiğini bilirim.

Anneannemiz o büyük evdeki teyzelerime, öbür kadınlara benzemezdi.

Uzun boyu, incecik bedeni, sarı saçları, çakır gözleri vardı.

Adı Ümmühan’dı.

Bütün aile ona saygı duyar, bütün aile onu severdi. Ona danışılır, görüşü alınırdı. Özellikle sert yapılı, otoriter ve çok okumuş babamın ona duyduğu güven ve saygı dikkatimi çekerdi.

Biz büyüdük.

Büyüdükçe onun asıl anneannemiz olmadığını, anneannemizin öldüğünü, onun sonradan oraya geldiğini öğrendik.

O bir Ermeni kızıydı.

Gerçek anneannemiz öldükten sonra dedem onu Fırat Havzası içinden Suriye’ye sevk edilen (tehcir), yer yer yok olan Ermeni kafileleri içinden alıp evlenmişti.

Dedem, teyzelerim, yengelerim, kısaca herkes onu sevmiş, ailenin en büyüğü saymışlardı.

(.....)

Biraz büyüdükten ve gerçeği öğrendikten sonra anneannemizin gözlerindeki o hüznü daha iyi anlamıştım.

Dimdik duran o güzel kadının, zaman zaman niye boynunu büktüğünü, beni ve küçük kız kardeşimi severken kimi zaman niçin gözlerinin buğulandığını, yüzünde asla gizleyemediği o kırgınlığı artık görmüştüm.

(.....)

İşte benim Ermeni meselem.

Ermenilere neler yapıldığını, bu tartışmaların artık ne anlama geldiğini, gerçeğin ne olduğunu bilemem.

Ama anneannemizi, genç bir kızken kimin yurdundan-yuvasından ayırdığını bilmek isterim.

Gizlemek zorunda kaldığı acıları, belli etmek istemediği hasreti ve belki de her gece hepimizden sakladığı gözyaşları ile onu kimin-kimlerin bir sonsuz sürgüne mahkûm ettiğinin hesabını sormak isterim.

Bir milyonu bilemem, benim bir Ermenim var.

Çok sevdiğim o hüzünlü kadın.

Benim Ermenim.

16 Ocak 2007 Salı

Pek Kısa 16 Ocak 2007

Bazen her şey insanın üzerine gelir ya... Hani ters, üzücü haberler peşpeşe gelir... Ama, Çetin Altan'ın dediği gibi, enseyi karartmamak gerek... Su yolunu bulur nasıl olsa... Her gecenin bir sabahı vardır kızım derdi anneanneciğim. O hesap...

Cellistanbul...

Dün akşam klasik Pazartesi gecelerimizi evin dışına taşıma kararımız sonucu (aslında karardan çok EE'nin yoğun çabaları ile oldu tabii ki) Jazz Cafe'ye gidip Cellistanbul'u dinledik. (http://www.cellistanbul.info/) Son zamanlarda geçirdiğim en güzel akşamdı. Jazz Cafe bilmeyenler için Beyoğlu'nda Hayal Kahvesi ve Line'ın sokağına girince ilk sağ sokakta. Cellistanbul ise bir Çello dörtlüsü ve tek kelime ile mükemmeller. Zaten web sitelerinde biyografilerini inceleyince insanın koltukları kabarıyor. Aynı zamanda değerli sanatçılarımızın nasıl popüler medyamızda esamesinin bile okunmadığı konusunda bir kez daha sinir oluyor... Neyse, mekanda fiyatlar da gayet uygun... Bir sonrakine herkesi toparlayıp götürmeyi düşünüyorum. :)) Haa, bir de ondan önce Bambi'de acılı dürüm yedik süperdi ama en süperi Nar+Portakal karışımı. Herkese tavsiye ederim mükemmel bir şey...

13 Ocak 2007 Cumartesi

Eagles...

Eagles benim dünyada en çok sevdiğim müzik gruplarından biri. Web sitelerine bakıyordum (http://www.eaglesband.com) 9 albüm ve 2 de bonus parça olan bir koleksiyoner seti var. 115 USD. Benim için fazlasıyla almaya değer. Bunun için biraz para biriktirmek gerekecek... :) Sadece "Hotel California" ile bilinen grubun aslında herkesin çok da iyi bilmediği o kadar olağanüstü parçaları var ki. Hatta Hotel California aslında kurulduktan bayağı sonra yaptıkları bir parça. '76 yılındaki aynı adlı albümlerinin de açılış parçası. Bu albüm, her biri birbirinden muhteşem parçalarla dolu, grubun gerçek bir olgunluk albümü denilebilir. Özellikle New Kid in Town, Life in the Fast Lane ve Wasted Time benim çok ama çok sevdiğim parçalar. '79'da yaptıkları "The Long Run" albümünün 3. parçası In the City ve 6. parçası Heartache Tonight da benim için Eagles ilk 10 arasında. 94'teki "Hell Freezes Over" 80'deki "Eagles Live"dan sonraki ilk albüm. 14 yıllık bir aradan sonra çıkan bu albüm her açıdan olağanüstü. Adının Hell Freezes Over olmasının da nedenini söyleyeyim belki bilmeyenler vardır: 80'de ayrılırken "bir daha bir araya gelecek misiniz" diye soran bir gazeteciye "cehennem donduğu zaman" diyen (bu ingilizcede hiç bir zaman olmayacak şeyler için kullanılan bir deyim) grubun muhteşem davulcusu ve vokali Don Henley'dir. 94'te de yeniden bir araya geldiklerindeki albümün adı da bu yüzden "Hell Freezes Over" yani "Cehennem Donuyor"dur ki bu da beni mest eden ayrıntılardan biri. (Aslında cehennem donuyor iyi bir çeviri değil, "cehennem dondu işte" falan gibi açıklasak aynı etkiyi biraz olsun verebilir belki) İtiraf edeyim Amerikan Country tarzı ne kadar katlanılmazsa Eagles'ın country rock tarzı da benim açımdan o kadar muhteşem... Çelişkilerle dolu bir insanım!!! :)

Günün Çiçeği

Bugünün çiçeği fulya. Karşıdan, EE ve ŞD'nin yanından gelirken bir çingene bayandan satın aldım. Kendisi 2,5 liraya veririm deyince bende elindeki demetin hepsini verecek sandım. Acele ile çantamdan 2,5 lira çıkardım, baktım incecik bir demet verdi. Çok güldüm kendi saflığıma ama yine de çok güzeller. Çok da güzel kokuyorlar. Bence papatyalar ve fulyalar dünyanın kesinlikle en güzel çiçekleri...

12 Ocak 2007 Cuma

Kısa Kısa 12 Ocak 2007

Evet, verdiğimiz uzun ara için özür dileriz. Malum işler... Çok yoğun bir haftayı daha geride bıraktığımız bu Cuma akşamını güle oynaya karşılıyoruz. Ne de olsa çalışan insanın en sevdiği günün en sevdiği saatindeyiz...

Bu hafta bol sis, bol trafik, bol toplantı, bol akşam yemeği geçti gitti. Her akşam bir arkadaşımla buluşarak çok sosyal, dışarlıklı ve popüler bir insan olduğumu?!!! kanıtlamış oldum dosta düşmana... Bu akşam da ayrıca eve gitmeyerek hatta ve hatta gece de gitmeyerek olaya son noktamızı koyuyoruz.

Çarşamba akşamı MH ile görüştük, vedalaştık. Hatta 4 peynirli makarna bile yedik. Perşembe İngiltere'ye yollandı. Şu anda da ses verdi, gayet iyiymiş, evi de çok güzelmiş. Her şey çok iyi olacak inşallah onun adına...

Perşembe (yani dün akşam oluyor) HG ve EH ile (EB idi eskiden) yemek yedik, bol dertleştik, muhabbet ettik. Daha sık görüşmek üzere ayrıldık. Sonra eve tam 5 vesaitle gittim. Ama eğlendim, güzeldi yolculuk. :)

Bu arada bu hafta ajanstaki bir müşterimiz için küçük bir anket hazırladık, eşe dosta dağıttık, o kadar çok geri dönüş oldu ki, ne kadar duyarlı insanlarmış çevremdeki herkes, çok ama çok mutlu oldum. Hele annem anketör gibi çalıştı. Çok tatlısın annem sen!

Bu akşam EE ve ŞD ile birlikte EE'nin yaptığı allaha emanet mercimek çorbası ve tanımlanamaz mezeyi bol ekmek eşliğinde yiyerek, anlattığı ama benim hiç anlamadığım tatlıyı da üstüne götürerek ve de Hatırla Sevgili'yi seyrederek bol kadınsal muhabbet yapacağız diye heyecanlı bir planımız var. Güzel olacak... Yanlış anlaşılmasın yalnız, en manasız malzemelerle, en saçma sapan şeyleri yapıp gayet de lezzetli şeyler ortaya koyabilen bir insandır kendisi. Haksızlık etmeyeyim yani.

Yarından itibaren vergi iadesi için fiş yazma olayına konsantre olacağım. Bu işten hiç hazzetmediğimiz malum. Ama sonunda gelire bir katkı olduğundan hepimiz yazıyoruz. Devlet eliyle işkencenin en güzel yöntemleri güzel ülkemizde, Allah için çok iyi biliyorlar bu işi...

Haftasonu çok ama çok sıkı davul çalışmam gerekecek. Kendimi psikolojik olarak hazırlıyorum...

11 Ocak 2007 Perşembe

Cinsel... (Yılmaz Özdil'i sevdiğimi söylemiş miydim?)

22 Kasım 2006 Sabah'taki yazısı

Seçme yaşına gelmeden, babası yaşında adamlarla evlendiriyorlar kızları...
Adı üstünde "reşit değil."
Ehliyet vermiyorsun...
Trafiğe sokmuyorsun...
Ama gerdeğe sokuyorsun.
Beşikten sözlü.
İlkokulda nişanlı.
30 yaşında torun sahibi olan var.
14'ünde evlen, 15'inde doğur...
Doğurduğunu 14'ünde evlendirsinler...
15'inde doğursun.
Al sana, 30'unda anneanne.
45'inde nine.

Parayı bastırıp... Torunu yaşında kız çocuklarını şehvetle koynuna alan sapık moruğa, "damat" deniyor bu ülkede.

Sonra diyorlar ki, "Türkiye nasıl olur da, çocuklara karşı cinsel suçlarda dünya birincisi olur?"
Ya nerede olacaktı?

Elalemin "suç" saydığı...
Bizde olmuş "örf, adet."
Bu insanlık ayıbıyla mücadele etmeden, çocuklara karşı işlenen cinsel suçlarla mücadele edemez Türkiye.
Çünkü sorun, adli değil. Ahlaki.

Açın gazeteleri, televizyonları...
İki tane viagra atıp, evini terkeden andropozlular, kahraman.
Kocasını aldatan, kocasını aldattığı adamı da bıyıkları terlememiş oğlanla aldatan, devrimci. "Yılın annesi" aynı zamanda.
Saçını Mohikan tarzında kestiren ve böğürme performansıyla normalde "heyete girmesi" gereken bir arkadaşa, "üste para veriyorlar" stüdyoya girsin diye.
Kaynana ev almış, röportaj için.
"Şehit anası" ilan etmişti kendini.
İşi psikopata bağlayıp, suratında bardak kırma tarifesi, bin dolar.
Hasta çocuğunun ameliyatı için patrona verme tarifesi, 150 bin dolar. Nakit.
Öğretmen, dansöz olmaya çalışıyor.
En çok "esemes" alan, gelin oluyor.
Kulağını kafasına yapıştıran, kıymete bindi, zam yaptılar.
Pantolon indiren transfer patlattı.
Pezolar jüri.

Kıç, baş olmuş kardeşim...
Baş da kıç.
Sorun, adli değil.
Köküne dinamit koyuyorlar milletin.

Bu sabah cennette uyandım...

Evimiz 14. kat olduğu, yatak odamın perdeleri de genelde açık olduğu için bu sabah gerçekten bulutların üzerinde uyandım. Penceremin önündeki balkonun demirleri bile görünmüyordu. O kadar ilginç bir duygu ki. İnsan kendini sanki dünya kaybolmuş da bu oda ile birlikte boşlukta süzülüyormuş gibi hissediyor. Hani cennet karikatürleri vardır ya insanlar bulutların üzerinde keyif çatar, o hesap... Niye fotoğraf çekmedim diye hayıflanıyorum şimdi de :((

10 Ocak 2007 Çarşamba

Aklımın Almadığı Şeyler Var!...

Aklımın almadığı şey şu: Nasıl bir insan, hangi cesaretle, hangi deli ruh hali ile hiç bir tıp eğitimi almadan "ben doktorum" der, sonra da çıkıp hasta muayene eder, reçete yazar ve bunu çalıştığı yere 1,5 ay süresince çaktırmadığı gibi daha da büyük bomba "karısına" bile çaktırmaz???!!!

Hürriyet Gazetesi'nin baş sayfasındaki haber... Devamı 5.sayfada...

İkinci aklımın almadığı şey de şu: Nasıl olur da bir insan (Anavatan Partili Muzaffer Kurtulmuşoğlu) hemşireler bayan oluyorsa erkekler aynı işi yaptığında "HEMŞİR" olsun diye bir fikir beyan edebilir? Yani ciddi olarak, hani arkadaşlar arasında bir geyik olarak değil!!!!!

Hürriyet Gazetesi'nin baş sayfasındaki haber... Devamı 4.sayfada...

Üçüncü aklımın almadığı şey daha da güzel: THY uçağı bayramın 3. günü Erzurum'a uçuyor, iniş izni için kule ile bağlantıya geçmeye çalışıyor. Sürpriz! Kulede kimse yok! Aaaa... Nerede ayol bunlar? Çünkü THY bayram nedeniyle ek sefer koymuş ama kuleye haber vermemiş!!!!!!!!!! Uçak 20 dakika havada gezdikten sonra neyse ki tesadüfen inebiliyor... Yani, İETT'ciler THY'ci olunca böyle oluyor tabii... Otobüste kule mi var ayol... Gerekirse yık barikatları gir durağa!

Hürriyet Gazetesi'nin baş sayfasındaki haber... Devamı 19.sayfada...

Başka gazeteleri hiç yazmak istemiyorum. Yoksa iş güç yapamam... Onlarda daha büyük bomba haberler var...

9 Ocak 2007 Salı

Günün Yemeği - 2

Günün ortasında salata ye, akşam da maaşallah! Kentucky Fried Chicken. Vallahi ne diyeyim, kendimi takdir ediyorum... Arkadaşım HG'nin ofisine geldim. HG'nin bir prodüksiyon şirketi var. Mood Production. www.moodproduction.com. Sağolsun beni de kendi cüssesinde zannetmiş olmalı ki 4 kişilik tavuk söylemiş. Şu anda midemde bir bütün tavuğu çiğ olarak yutmuşum gibi bir duygu var. Üstelik bu alet Q klavye, pek fena. Dakikada 10 kelime hızla yazabiliyorum... :) Bu arada HG şu anda AK'nın notebook'unu tahtalı köye havale etti. Makine sürekli disk hatası veriyor. HG, şu anda onu 652. kere yeniden başlatmakla meşgul. Böyle sakin bir akşam yaşıyorum işte... Birazdan ev yoluna koyulacağız inşallah...

Günün Yemeği

Günün yemeği "keçi peynirli roka salatası". Oldukça elit entellektüel bir şey gibi duruyor ama aslında roka ve keçi peyniri sürülmüş 4 tane çeyrek ekmek dilimi ve biraz da cevizden oluşan, insanın dişinin kovuğuna girmeyecek bir şey. Ama neyse ki ben EE'nin yaptığı kurabiyelerle kendimi tıka basa doldurmuş olduğumdan bana yetti de arttı bile... Öğlen yemeği için eski ajanstan arkadaşlarımız DG, CA ve CK geldi, biz de GG ile gittik. 5 kişi toplam insan sayısı kadar gürültü yaptık. :))) CK'nın sakalları bizi bitirdi. Sir Arthur Conan Doyle yaa. Tam cinayet yazarları gibi olmuş. Bir de kel kafaya saçları uzatınca tabii. Allahım! :)))

Radikal Art Sokaklarda...

Radikal'ın 10. yılı için yaptığı güzel bir aktivite. Bugünden itibaren bir hafta süreyle, İstanbul'daki reklam panolarında sanat eserleri olacak. Aktivitenin içeriği "Resim, fotoğraf ve video baskılardan oluşan eserler, bireysel ve kollektif hafzayı yeniden ele alıyor, gündelik hayatın ulusal ve küresel gündemine dair yakıcı sorunları, hiç fark etmeden bireyi sıkıştıran halleri gösteriyor" şeklinde tanımlanmış bugün Radikal'in 21. sayfasında.
http://www.radikal.com.tr/diger/radikalart/ adresinde detaylı bilgi var.

Aman Dikkat!

Bu yıl yapılacak genel seçimlerde oy kullanırken TC Kimlik Numarası gerekecekmiş. Ama öyle ben bir kağıda yazdım şeklinde değil. Aman herkes dikkat etsin. Mutlaka nüfus cüzdanınızda yazıyor olması gerekiyormuş. Pasaport, ehliyet falan da olmuyor. İlla ki nüfus cüzdanı. Dolayısı ile eğer nüfus cüzdanınız eski ise yenisini çıkartmak gerekiyor. Ben yazın yeni nüfus cüzdanı çıkarttım, gerçekten 5 dakika sürdü. Sadece 5 dakika. Dolayısı ile iş değil!

Bu seçimde oy kullanıyor olmamız her zamankinden daha önemli arkadaşlar. Lütfen muhtardan hemen değişim kağıdı alıp yeni nüfus cüzdanı çıkarın, eğer eskiyse. Ve lütfen seçmen listesinden de kendinizi kontrol edin. 1 Mart'a kadar asılı kalacak.

Bana bu konuyu MS yolladı biraz önce ve o yazıda da dediği gibi "Aman 1 kişiden bir şey olmaz" demeyin ne olur, sizin gibi düşünen 1.000 kişi çok şey değiştirebilir. Tahmin edebileceğiniz gibi AKP, kendi yandaşlarını eğitmek için sıkı bir şekilde çalışıyor deniyor, aman biz de dikkatli olalım...

8 Ocak 2007 Pazartesi

Günün Yemeği - Tavuk (mu acaba?)

Günün yemeği kuru fasulye-pilav. ND bize yaptı, EE ile birlikte bu akşam oradayız. Bu, bizim çok büyük bir olay olmadıkça her Pazartesi yaptığımız Pazartesi Tavuk Geceleri'nin, artık tavuktan bıktık farklı şeyler yapalım şeklinde devamı olan bir menü... Ayrıca EE, bize çoktandır, daha doğrusu asıl kurabiye canavarı olan bana, çoktandır söz verdiği kurabiyeleri de yapacak. Yemekten sonra da Türk Kahvesi yapıp ND'yi bize fal bakması için sıkıştıracağız. Kahveleri genelde ben yapıyorum. Eğer şanslıysak ND bize meyve de ikram edebilir. Ama soyup doğraması bizden tabii... :) Zavallı MD ise biz kızların muhabbetinden baydığı için yine bilgisayarının başında olacak... Pazartesi geceleri önemli!

EE'nin anımsattığı Can Yücel'in dizeleri...

En uzak mesafe ne Afrika’dır,
Ne Çin,
Ne Hindistan,
Ne seyyareler,
Ne de yıldızlar geceleri ışıldayan...
En uzak mesafe
iki kafa arasındaki mesafedir
birbirini anlamayan...

Can Yücel

Bu arada 2 EE var. Buradaki EE küçük olan. Yani ND'nin kuzeni olan. :) Aşağıdaki de öyle...

Günün Çiçeği - Bütün Çiçekler

Bugünün çiçeği yok, hepsi bugünün çiçeği... Neden? Çünkü yakamda EE'nin aldığı kelebek şeklinde yaka iğnem var. O yüzden... O da bana bütün çiçekleri çağrıştırıyor.

Bu arada şu kelebeklerin avlanıp sonra çerçevelenip duvara asılmasına ben çok sinir oluyorum. Hiç bir canlı böyle bir davranışı hak etmez ama yaa... Gerçi evet çok az yaşıyorlar falan filan ama olsun her canlı düzgün ve onurlu bir şekilde ölüp doğaya geri karışmalı bana kalsa... Tabii hayvanları kesip kesip yiyoruz o da ayrı mesele ama onlar da bir anlamda doğaya karışıyor sayılabilir sanırım!!!

Kısa Kısa 8 Ocak 2007

Bu sabah güneş yine olağanüstü bir şekilde doğdu. Tam karşıda geniş bir kırmızılık, üzerinde ve altında kırmızıdan sarıya doğru bir degrade, üzerinden yukarı doğru ise bulutlar, paramparça olmuş bulutlar ve aralarından sızan mavi, sarı ışıklar gibi açıklayabileceğim bir şeyler. Neden fotoğraf çekmedim bilemiyorum. Çok güzeldi.

Vapuru; yani 07:45 vapurunu 2 dakika ile kaçırdım. Ama bu sayede artık Kabataş'a da vapur (daha doğrusu büyük motor gibi olan yeni taşıtlar) olduğunu öğrendim, iyi oldu aslında. 20 dakikada Kabataş'a varıyor. Zaten her zaman konuştuğumuz şey: şu deniz yolunu düzgün kullansalar trafik ne kadar rahatlayacak. Neden yapamıyorlar anlayamıyorum. Örneğin Beşiktaş'tan, Kabataş'tan Kadıköy, Moda, Fenerbahçe, Caddebostan, Erenköy, Suadiye, Bostancı gibi yerlere o büyük motorlar konsa. Hem onlar çok daha çabuk yanaşıp hareket ediyor. O zaman hepimiz ne kadar rahat ederdik. Bunu yapmak niye bu kadar zor geliyor bu işleri yönetenlere acaba? Eskiden Sirkeci'den Moda, Caddebostan, Bostancı vapuru vardı. Okuldan dönüşte ona binerdik. Çok da kalabalık olurdu. Artık yok sanırım ya da ben tarifede gözden kaçırdım. Ama zaten Caddebostan'da artık iskele yok ki. :((

Kadıköy'den karşıya geçenlere bir haber...

Artık Kadıköy'den sabah 08:00 ve 08:30'da Kabataş'a vapur var. Haberiniz olsun...

7 Ocak 2007 Pazar

Annem beni deli sanıyor!...

Annem "Beynine bir kez hava değmeye görsün" adlı kitabı aldığım için benim deli olduğumu ve artık benimle aynı evde yaşamaktan korkmaya başladığını söyledi!... Beyin cerrahisi her zaman ilgimi çekti, ne yapayım yani? Zaten beyin kendi başına ilgimi çekiyor. Bugün yandaki listede olmayan 3 kitap aldım. (her zamanki gibi) (bu yüzden benim listelerim hep uzayıp gider!) Bu kitap çok ilgimi çekti. Tübitak Yayınları'nın bir kitabı. Dr. Frank Vertosick Jr. adlı bir beyin cerrahının gerçek hikayeleri. Hastaların, doktorların ve hasta yakınlarının yaşadıklarıymış. Daha okumadım haliyle, okuyunca düşüncelerimi yazarım. Tübitak'ın çok güzel kitapları var ve fiyatları da çok iyi. Bu kitap, örneğin, 6,50 lira.

Neyse; ikinci kitap "Yemen Ah Yemen" bu da Mehmed Niyazi'nin bir kitabı. Ötüken Neşriyat'tan yayınlanmış. Yemen ve orada ölen askerler zaten her zaman ilgimi çeken bir konu, o yüzden görür görmez saldırdım. Bu kitap da 14,00 lira.

Üçüncü ise Carl Sagan'ın son kitabı. Bunu özellikle merak ediyorum çünkü son yıllarda, yaratılış, evren, ölüm vs. konuları çok okuduğum ve kendimce sırları çözmeye çalıştığım için. Bakalım, güzel bir kitap olduğunu düşünüyorum...

Sonuçta annem beni deli sanıyor. :))) Hem de acaip konuları merak ettiğim için. Sanki kendisi benden çok farklıymış gibi. Kimden öğrendiysem acaipliği. Sanki başka bir rol modelim varmış gibi... Değil mi sevgili anneciğim? Bu arada biraz önce tansiyonu 7-3'tü. Biraz endişelendim doğrusu. Ama şimdi daha iyi görünüyor.

Kısa Kısa 7 Ocak 2007 - 2

Şu yandaki kitap listesindeki kitaplara bakıyordum bugün Kadıköy'de. Alkım Kitabevi var çarşının içinde, bilenler bilir. Dekorasyon nasıl güzel, kitapçı nasıl büyük ve içeride ne kadar çok insan var, o kadar güzeldi ki. Çok gururlandım. Ve fakat... Her zamanki problemimiz elemanlar olaydan tamamen habersiz. Kitapları tanımıyorlar, bilgisayarların başına oturmuşlar 2 parmakla dakikada 10 kelime yazabiliyorlar. Bir şey soruyorsun cevap alamıyorsun. Giacometti'nin Atölyesi'ni sordum. Uzun uğraşlar sonucu kitabın adını bilgisayara girip bakabildik ve stokta 2 tane görünüyor ama kitaplar ortada yok. Depoda mı diye baktılar, bulamadılar. Teşhirde de yok. Eee? Eğer bugün satıldıysa stokta görünüyor olabilirmiş. Bana hiç inandırıcı gelmediğini söyledim. Giacometti'nin Atölyesi'ni tesadüfen bugün 2 kişi almış olacak? Neyse demem o ki, binaları yapıyoruz, işletmeleri kuruyoruz, mağazaları dekore ediyoruz ama iş hizmete gelince milletçe çok ama çok başarısızız. Hele de turizm sektörü daha da muhteşem örneklerle dolu. Onları da yazarım bir ara. Ama bir yandan aynı sokaktaki Nezih çok başarılı. Ne sorduysam görevli olan çocuk biliyordu. Yani yapılabiliyor. Remzi ve D&R'daki elemanlarda genelde gayet bilgililer...

Kitap işini halledince, ND'ye gittim. İnsanların İddaa merakı inanılmaz boyutlarda. O kadar çok ciddiye alıyorlar ki çok komiğime gidiyor. Bu tabii arkadaşımın işini baltalar gibi oluyor ama yani elimde değil. :))) Oturup buna saatler harcayanlar var. Dünyada oynanan maçları gayet iyi bilmek iyi bir genel kültür olabilir tabii, olumlu tarafını es geçmeyelim. :))) Aman neyse, bana ne tabii ama bu konu tek başına süper bir Aziz Nesin hikayesi olabilirdi.

Dizi ve film çevirmenlerinin bazılarına çok lafım var...

Dizi ve film çevirenleri gerçekten anlamıyorum. Çeviri demek acaba alayım önüme bir sözlük de, şunu kelime kelime çevireyim anlamına mı geliyor? Evet çok iyi biliyorum ki davulun sesi uzaktan hoş gelir (yakından da fena değildir bu arada :)), muhakkak ki kolay bir iş yapmıyorlar. Ama şu anda Gold Max'te oynayan "Ah Paris" filminde kadın adama şöyle diyor: "5 erkek kardeşim var, hepsi de benden büyük". Bu cümle Türkçe'de ne anlama gelir allah aşkına??? Yani İngilizler'de ağabey ve erkekkardeş ayırımı yok diye, biz de bütün kültürümüzü değiştirmek zorunda mıyız? Biz böyle mi deriz? Türk insanı şöyle demez mi örneğin: "5 ağabeyim var benim". Tamam anlıyorum bu kadının ağzına uymaz yani senkron tutmaz. O zaman şöyle olabilir mi? "5 ağabeyim var biliyor musun, ben en küçük kızım". Tabii bu bir örnek, yani senaryoyu da biraz değiştiriyor. Ondan sonra gelen diyalog da "sen küçük prensessin yani" falan gibi bir şey yanılmıyorsam. Eh senaryo değişiyor ama kaybolan ya da uydurulan bir şey de yok. Yani demem o ki, bu şekilde çözülemez mi?

Örneğin: bir Amerikan filminde adam boş bir yere girer ve "Hello" diye bağırır, uzatarak. Bu şu anlama gelir aslında İngilizce'de yani: Heeeyyyy! Kimse yok muuu? Eh, biz de çevirisini buna benzer bir şekilde yapsak çok mu olanaksız? Bu adamları "Merhabaaa" diye bağırtmak çok mu mantıklı oluyor acaba? Çünkü dikkat ediyorum bütün filmlerde aynı bu şekilde yapılıyor.

Bu şekilde dilimize giren yeni deyimlerin farkında mısınız? Örnek: "Take care", Türkçesi: "Kendine iyi bak" "Kendine dikkat et". Bu artık neredeyse yerleşti, yoksa bizim kültürümüzde olan bir şey değil. Bizde insanlar daha sosyaldir çünkü kendilerine bakmazlar, bakan birileri bulunur. Aile bağları daha güçlüdür falan filan. Bu da ayrı bir konu... Neyse bunun gibi onlarca örnek var da konuyu uzatmak istemiyorum. Not alıp aktüel örnekler vereceğim. Bu konuya çok takığım çünkü!

Haa, çok iyi olanlar da var tabii, örneğin Fox Life'da ve Dizimax'te oynayan dizilerin çoğunun çevirileri bence çok iyi. Şu anda "Crossing Jordan" oynuyor, bakıyorum gayet başarılı. Çevirmenin adını bulabilirsem yazarım buraya. İyi olanı da söylemek gerek, malum.

Günün Yemeği

Günün yemeği, dolapta kalmış makarna. Bunu mikrodalga'da (eğer yoksa ocakta tabii ki) bir güzel ısıtıp, üzerine bol yoğurt ve kırmızı biber döküp yiyoruz. Süper bir şey oluyor. Yanında da mandalina içerikli acaip bir gazlı içecek çok iyi gidiyor. Sonra da az şekerli Türk kahvesi ve üzerine çay. Bunlar benim damak tadımla ilgili kötü bir şeyler anlatıyor gibi gelebilirse de aslında öyle değilim. Bak, vallahi billahi değilim...

Kısa Kısa 7 Ocak 2007

Muhteşem bir hava var bugün... Çok erken kalktım. Malum. Stüdyoya gitmek için... 9 buçuk'ta kendimi dışarı attığımda parlayan güneşi görmek ne kadar güzel bir duyguydu Allahım! Her neyse şimdi çay yaptım ve gazeteleri okuyacağım...

Ondan önce bir şey dikkatimi çekti de; bilmiyorum Fox Life seyreden var mı? Ya, bu kendini anlatın meselesi için seçilen insanların hepsi de bana çok yapay geliyor. Gerçek insanlar olduklarına inanmak çok zor. Kurmaca ise fikre çok ters düşmüyor mu? Bilemedim. Ben biraz gıcık oluyor kendilerine. Ha; kendim oraya çıksam daha mı az şımarık olurdum? Bilemiyorum. Ama zaten çıkmazdım dolayısı ile mesele yok...

Bir de şu dolmuşlarda sen sol taraftan inmeye çalışırken hiç kıpırdamayan insanlar var ya onlara da çok gıcık oluyorum. Biraz yardım etseler olmaz mı yani? Ha bir de arka koltuğun en sağına oturup orayı tutanlara da çok gıcık oluyorum. Ne bu ya? İlerle işte ne olacak? Tecavüz mü edeceğiz ortada oturursan? Nedir yani? Neyse bu güzel havada daha fazla sızlanmayayım. :))

Pazar gazetelerinin insert'lerine bayılıyorum. Özellikle de Teknosa, Gold Computer falan gibi olanları. Binlerce TV, dizüstü bilgisayar, cep telefonu, mp3 player, external hard disk ve bunlar gibi onlarca teknolojik aleti incelemek çok zevkli...

Annem saat 7 buçuk'ta evden çıktı yaa! Buna inanabilen var mı? Pazar sabahı 7 buçuk'ta. Annemin enerjisine yetişebilecek bir hap falan varsa almak istiyorum ama sanırım yok. :)) Sonra da beni aradı, arkadaşları ile buluşmaya gidiyormuş, hava çok güzelmiş, tadını çıkaracakmışım. Nasıl bir yaşama sevinci bu Allahım yaa?

Bu arada MH için bir kitap almam gerek. Perşembe günü temelli İngiltere'ye gidiyor ve gitmeden önce ona vermek istiyorum. Kitap "Hayatımızın Amacı". Bu aralar sürekli karşıma çıkan benzer şeyler söyleyen kitaplardan biri işte. Onun da okumasını istiyorum. Aslında tüm arkadaşlarımın okumasını istiyorum. Ama sanırım kitabı iyice anlamak için onu anlamaya hazır olmak gerek. Çünkü bu kitap tam 5 yıldır bendeydi ve geçen hafta elime yeniden alıncaya kadar hiç etkilememişti beni hatta anlamamıştım. Aslında bu herşey için geçerli. Hayatta karşımıza çıkan bir çok şeyi onu anlayabilecek olgunluğa (diyeyim şimdilik doğru sözcük bu olmasa da) gelmeden anlayamıyoruz ya da değerini bilemiyoruz. Neyse bu ayrı bir konu, bir ara bununla ilgili uzun uzun yazabilirim.

6 Ocak 2007 Cumartesi

Sergey Yesenin'in intihar notu...

Hani daha önce bahsettiğim Sergey Yesenin'in intihar etmeden önce yazdığı son şiir bu işte. Şiiri kalem bulamayınca kolunu kesip, akan kanla yazmış... Vay vay vay diyebiliyorum ancak. Bu Atilla Tokatlı'nın çevirisi. K'nın 15 Aralık sayısında da yayınlanmıştı. Isadora Duncan ile aşkları da başka bir hikaye, okumaya değer, tavsiye ederim.

ELVEDA DOSTUM ELVEDA

Elveda sevgili dostum, elveda,
Sen kökleri içimde uzanan...
Ayrılık yazılmış alnımıza
İlerde gene karşılaşırız inan...

Elveda dostum, el sıkışmadan
Sessizce... Ne keder, ne tasa gerek:
Ölmek yeni bir şey değildir bu dünyada
Ama yaşamak da yeni bir şey olmasa gerek.

Kısa Kısa 6 Ocak 2007


Bekir Coşkun'un da bugünkü yazısı çok güzel ama artık onu da koymayayım buraya adım kopyacıya çıkacak.
EE'ye blog'dan bahsettim ama henüz açamadı, bilgisayarı 1954 model de, bir odada duruyor!!! Eğer açarsa benim blog'u gören ilk insan olacak. Eh normal tabii :)

Davul çalışmam lazım biraz... Hatta çookk! Vergi iadelerini alalım, eve ped takımı alacağım stüdyoya verdiğim paralarla elektronik davul alırdım ama yani, biraz mantıklı olsam diyorum.

Bu arada yine Sabah'ın 2. sayfasında hani magazin sayfası, bir haber var: Kardeşiyle kız kıza tatile çıktı! Şöyle demek istiyorum buna: Eeeee???? Ne yapayım yani ulan?!

Bol bol stick kontrol çalıştım. Hızlanmam gerek, hızlanmak için parmaklarımın bageti çok daha iyi kontrol etmesini sağlamam gerek. TK yarın beni kesecek. Neyse ki yarın sabah 10'da stüdyoda da çalışacağım. Pazar sabahı 10'da stüdyoya gitmek de aşk ister yani. :)

Bu akşam ailece bir aradaydık, 3 kuzenim, hepsi de 13 yaşındalar ve çok çok azgınlar. Ama onları çok seviyorum. Hep bir aradayken çok eğleniyoruz. Çok uzun zamandır bir aile resmi çekelim diyorduk ve bugün onu da çektik o yüzden çok mutlu oldum. Hatta yukarıdaki resimde tüm ailemi bir arada görebilirsiniz. :))

Bu arada EE blogumu gören ilk kişi oldu ve comment bile yazmış. İkinci de MAY oldu sanırım. Bizim sitenin reklamını yapmışsın dedi. :) Eh herhalde dedim ben de.
Çok çok önemli bir şey oldu, anneannemin evinde dedemin odasında şimdiye kadar hiç görmediğim bir şey buldum. Bu benim çocukluğum boyunca seyrettiğim bir fotoğraf. Fotoğrafta çayır gibi bir yerde yatan bir çoban çocuk var. Çok basit bir şey ama bu resim benim için o kadar önemliydi ki. Yakın arkadaşlarıma hep anlatırım. Oradaki çocuk benim çocukluğumdaki hayali arkadaşımdı ve birlikte yatıp gökyüzünü seyrettiğimizi düşlerdim. Ve! Ve yıllardır dedemin (rahmetli) yatak odasının kapısının üzerindeymiş ve ben hiç bakıp görmemişim onu. Kimse de hatırlayıp söylememiş işte. Onu kapıp eve geldim. Şimdi yatak odamda. O kadar mutlu oldum ki tarifi mümkün değil...

TV'da "The Swan" var. Ben bir türlü anlayamıyorum, fiziksel durum bu kadar önemli mi gerçekten? Sanki insanın psikolojisi fizikselliğini de etkiler gibi geliyor. Hele de bunun bir program haline getirilmesini çok garipsiyorum doğrusu. Ama, rating! Ah şu rating! :)

Yılmaz Özdil'in bugünkü yazısı...

Kendisinden izin almadan yayınlıyorum ama eminim kızmayacaktır. Okumayanların da okumasını isterim. Sabah Gazetesi'nde beni tek çeken şey Yılmaz Özdil çünkü. Hele bugünkü yazısı süper gerçekten... Buyrun:

Ne Sihirdir Ne Keramet

Ne diyorlar bize?
Enflasyon tek haneli.
Yüzde 9 küsur.

İsteyen, Türkiye İstatistik Kurumu'nun internet sitesindeki resmi rakamlara baksın.
İsteyen, vergi iade zarflarına koymak için topladığı fişlere baksın.

Yumurta yüzde 69 pahalandı.
Ekmek yüzde 16.4.
Domates yüzde 50.
Süt 11, bal 13, salça 26....
Kömür yüzde 28.
Kombi 20, Doğalgaz 24.4, Tüp 13.4,
Deterjan 17, zeytinyağı 13, motoryağı 38.
Kira? Yüzde 21...
İlaç? Yüzde 28...
Taksi 18, vapur 19...
Pilav üstü kuru?
Pirinç 20, fasulye 30...
Dana eti 14.
Tavuk eti 20.
Enflasyon 9 küsur, hacca gidiş yüzde 39
küsur... Aradaki 30 puan, sevap farkı mıdır?
Baharat 24.
Okul çantası 19.
Ayakkabı 23.
İktidarın sembolü?
Türban yüzde 27...
Öbürü?
Ampul yüzde 13...
Leblebi 42, sarımsak 62.
Elma 45, armut 56, ayva 63.
Sıhhı tesisat malzemesi 67, telefon yedek parçası 93, tül 98...

Peki nasıl oluyor da oluyor?
Şöyle oluyor...

Davul tozu, eksi 45.
Minare gölgesi, eksi 55.
Hokus pokus, eksi 70.
Abra kadabra, eksi 90.

Topla hepsini... Al ortalamasını...
Enflasyon 9 küsur!

Ölmeden mezara sokan manşetler...

Sabah gazetesi (sagolsun) beni manşetleri ile en çok tüketen gazete...
Bugün 3. sayfanın durumu şöyle:
"Pencereyi kapı sanıp çıkmaya kalkmış"
"Üzerlerine tabela düştü"
"Sahte akaryakıtta 10 kişi tutuklandı"
"Kavgada komşuyu orakla öldürdü"
"Ortağını öldürüp, bahçeye gömdü"
"3 kişi sobadan zehirlenip öldü"
Daha ne diyeyim yani, annem sabah sabah "bu adamlarla... bu adamlarla aynı otobüse bile binmiş olabiliriz, dünyanın haline inanamıyorum" şeklinde inliyor. Bu sinir bozukluğu topluma dalga dalga yayılıyor yahu. Yapmayın allah aşkına, dünya bu kadar da kötü değil. Gerçekten değil. Tabii ki kötü şeyler de var, kötülük yapan insanlar da. Ama iyi şeyler de var, iyi insanlar da. Niye bu kadar kötülük pompalamaya çalışıyorlar anlamıyorum. Bir kötülük yaz yanına bir de iyilik yaz değil mi ama?
Neyse annem kahve yapıyor ben onunla ilgileneyim bari!

Bugün ne seyrettim?

Valla itiraf ediyorum. Ben Hatırla Sevgili dizisini seyrediyorum. O masum aşk o kadar hoşuma gidiyor ki anlatamam. Cuma gecesini evde dizi seyrederek geçiriyor olmak da hüzünlü bir durum tabii! Her neyse, bugün adada bir tepede şarap içip öpüşüp koklaşıyorlardı. Çok güzeldi canım. Bu arada sürekli blog için bir şeyler yazarken ayrıca Criminal Minds'ı da seyrettim. Çok başarılı bir dizi. Dizimax'te. Bir de orada, bakayım neydi adı, galiba Dr. Spencer ama emin değilim rolünde bir çocuk var adı da: Matthew Gray Gubler ve bir de web sitesi var www.matthewgraygubler.com çok ilginç bir site bir bakmaya değebilir. Çocuk aynı zamanda yönetmenmiş, kısa filmler yapıyor. Bir ara mankenlik yapmış ayrıca da ressam. Gerçi çalışmaları bana çok hitap etmedi doğrusu ama web sitesi ilginç... Başkaca da bir şey seyredemedim. Eh zaten ancak... Bu arada Grey's Anatomy'nin 3. sezon bölümleri başlıyor. Ama ben yeni sezonun ilk 10 bölümünü seyrettim bile. Nasıl olduğunu söylemeyeyim. Hiç bana yakışmıyor bu tip hareketler... :)))

5 Ocak 2007 Cuma

Kısa Kısa 5 Ocak 2007

Ya şu Rolling Stone ne süper bir dergi yahu! İyi ki çıktı Türkiye'de...

Isadora Duncan ile Sergey Yesenin'in aşkını okuyordum geçenlerde K'da. (K süper bir dergi bu arada) Ne hastalıklı aşk. Galiba yaratıcılık için bir acı gerekiyor. Hatta yoğun bir acı... Sergey Yesenin intihar etmiş. İntihar ederken de yazdığı bir şiir var. Olağanüstü bir şiir. Bir sürü farklı çevirisini buldum da en beğendiğimi yazacağım buraya bir ara...

Annem bilgisayar delisi oldu bu arada! Sürekli puzzle yapıyor... Şirketleri inceliyor... Aklına gelen şeyleri "google"lıyor... :) Süper bir kadın bu annem yaa!

Bugün ND ile onun zamanında Rodin'in hayatını okuduğu kitabı araştırdık. Sonunda Camille Claudel'in hayatını anlatan kitap çıktı. Zaten ikisi sevgiliymiş ya, o manada yani... Hatırlamaya çalışmak da güzel oluyor ya... Kafamız patladı ama o hatırladı yani ben değil...

Yılbaşı gecesinde bir tane resmim yok ayol. Hep ben kızları çekmişim. Ne önemi var bilmiyorum, aklıma geldi...

Bugün GZ otobüsünün durağının arkasında bir otobüs öyle çok egzos dumanı çıkardı ki toplu katliama uğruyorduk neredeyse. Şoförün yanına gidip dedim ki "Şoför Bey, ölüyoruuuzzz!" Benden başka da kimsenin sesi çıkmadı yaa... Ne acaip şu Türk insanı!

Bu arada dün de yine Göztepe otobüsünde gençten bir çocukla şoför birbirlerine girdiler. Bence şoför haklıydı. Yine, her zamanki gibi, tek yorum yapan ben oldum. Alemin delisi miyim neyim anlamadım ki...

Geçen gün bizim evden manzara o kadar muhteşemdi ki. Bütün bulutlar birbirine girmişti. Ve renkler muhteşemdi. Fotoğrafını çektim, yukarıda zaten...

Bugün ne okudum?

Bugün bir kaç şey okudum. Biri Penguen dergisi. Bu hafta geç kaldık. Yoksa her Çarşamba sabahı Penguen okurum da... Neyse bunun dışında Soner Yalçın'ın Hiram Abas'ın hayatı çerçevesinde tüm MİT meselesini masaya yatırdığı "Bay Pipo"yu okuyorum. Tabii bugün değil, 3 gün oldu bayağı bir kalın kitap malum. Bir de bugün bilindik günlük gazetelerin yanısıra Yeni Şafak gazetesine de göz attım. Arada sırada ajansta ortalarda dolaşıyor... Bir de Turkish Drums sitesindeki forumu okuyorum tabii sürekli. Benim gibi amatörler sorular soruyor, bilenler de cevaplıyor işte. İşe yarıyor yani... Bunun gibi daha bir sürü davulla ilgili site var işte okuyup duruyorum... Onları da yazarım sırası geldikçe...

Günün Olayı

Bugünün olayı sabah vapura son dakikanın son saniyesi yetişmemdi. Çok heyecanlı bir şey ama yaa... Ben geldim kapıyı kapadı adam, çımacı mı diyorlardı onlara? Sonra tabii oturacak yer yoktu. Haliyle ben de merdivenlere oturdum. Çok da çaktırmadım tabii etrafa ama hava acaip soğuktu sabah sabah. Neyse şu i-pod denilen şey çıktı da acaip insanın içini ısıtıyor valla şu müzik denilen şey ne güzel şey. İlahi bir şey adeta Allah sizi inandırsın. Konudan saptık ama sonra da otobüs durağına gittim, çat! DT1 geldi. Şu hayat bazen ne kadar kolay bazen de bir o kadar zor. İşte...

Günün Çiçeği - Kırmızı Gül

Bugünlük bir çiçek yok aslında ama bugünün çiçeğini "kırmızı gül" olarak belirledim. Nedenine gelince yılbaşı gecesini 2 kız arkadaşımla evde şarap içmece, 12 kişilik hazırladığımız yemekleri yemece ve de hiç ama hiç TV açmadan müzik dinleyip, muhabbet etmece şeklinde geçirdik. (ne bu yahu, mece mece?!) Sonracığıma, (konuya gelmek üzereyim!) tabii günün anlamı vesilesi ile herkes birbirine kırmızı don aldığından (üstelik annem de bana almış, çekmecelerden kırmızı don fışkırıyor, her tip var maaşallah!) tüm kırmızı donlarımızı açıyorduk ama öncesinde şöyle bir olay oldu: sevgili arkadaşım ND bana bir kırmızı gül almış; sandım ben, ama o aslında kumaştan yapılmış bir kırmızı güldü ve ben "ayyy, canım ya, ne zahmet ettin, ne bu ayol aşk-ı-ilan eder gibi" falan şeklinde yoğun bir iq eksikliği sergileyince Nevin'in de uyarısı ile anladım ki o aslında ortasına kırmızı don tıkışlanmış bir kırmızı güldür ki parmağını ortasına kanırtınca don ortaya çıkıyor. Süper yaratıcı bir şey valla. Neyse, annem onu banyoda yerde hemen klozetin yanında duran cam vazoya benzer şeyin içine yerleştirdiği her biri birbirinden bağımsız ve ne idüğü belirsiz kumaş çiçeklerin arasına dikmiş. Boyu biraz uzun ama kırmızı gül, kırmızı güldür. Yani güzel bir şey. Gerçi bunun ortası boş, sadece kenar yaprakları var ama güzel işte uzatmayalım...

Günün Yemeği

Günün yemeği Ayşe Abla tarafından yapılan portakallı kereviz!!! (annemin talimatları ile yapılan bu yemeği acaip çekinerek tattım, hiç fena değilmiş, çok entel dantel bir şey) ve de bezelye ya da bezelyeli havuç mu demeli o civarda güzel bir yemek. Afiyet olsun.