4 Ağustos 2007 Cumartesi

Evlerinin önü boyalı direk...

Uzun zamandır yaşamadığım kadar yoğun, koşuşturmacalı bir günün ardından dün akşam koşa koşa çıktım ajanstan. Arabayı trafik canavarı gibi kullanarak Kadıköy’e, Deniz Otobüsü İskelesi’nin arkasına bırakıp, yine koşa koşa Karaköy Vapuru’na yetişme derdine düştüm. Gittim, nefes nefese, vapurun kalkmasına iki dakika var, kızlarla da buluşacağız; EE ve ŞE ile. Aaa, bakıyorum bakıyorum yoklar. Kaçtı 20:00 vapuru. Bir sonraki vapur da 20:30’da. Oturdum kaldım, bir baktım karşıdan geliyor kızlar, ellerinde tostlar. Sakin sakin. :) Aaa, bir sinirlendim! Ben onlara, "neredesiniz, neden yemek yiyorsunuz, yemeğe gidiyoruz, vapuru kaçırdık sizin yüzünüzden, o kadar koştum ben" falan diye beş karış suratla posta koyarken anlaşıldı ki onlar da çoktan gelmişler ama birbirimizi bulamamışız iskele içinde nasıl olduysa. Neyse bekledik, 20:20 Eminönü vapuruna bindik, dedik bari oradan bir taksiyle çıkarız Tünel'e. İstikamet Refik Meyhanesi çünkü. Vapurdan bir indik, yine birbirimizi kaybettik! :) İyi ki cep telefonu çıkmış anasını satayım, vapurdan bile topluca inmeyi başaramayan bizim gibi şaşkınların kurtarıcısı...

Asmalımescit'e vasıl olduk, baktık NÖ ile MD çoktan içmeye başlamış, yavaştan da kaymışlar, sandalyede yan durmuşl gelen geçeni seyire dalmışlar. Birazdan VD de geldi. Bu arada 20 dakika geçti masada rakı, biraz kavun ve iki gıdım peynir dışında bir şey olmadığından topluca sarhoşluğa doğru geçmeye başladık. Refik'i (ki sürekli gideriz malum) hiç böyle kalabalık görmemiştim ve servis hiç bu kadar kötü olmamıştı. Asmalımescit de Nevizade Sokağı'na dönmüş diye konuşuyordu herkes, biz de katıldık. Refik'in oturması, mezeleri, muhabbeti iyidir ama dün gece çok da zevk vermedi bize. Hepimiz de yorgunduk sanırım, kafalar da dolu galiba, her zamanki neşemiz yoktu. VD ise tüm ısrarlarımıza rağmen bize Fesleğen'i bile okumadı. "O, şiir değil şarkı!" diye de topumuzu azarladı. :) Bir de üzerine benim defterime iki şiir yazdı, "bari şiir yazayım" diye... Birini koyayım hatta:

Masa

Yeşil, beyaz, mor, kırmızı
Bir rengi eksikti masanın
Gelip geçenler kül rengiydi
Hiç yeri değildi tasanın

Ne gökler delinecekti
Ne tufanlar kopacaktı
Ne de dünyanın bütün rengi
Birbirine karışacaktı

Yeşil, beyaz, mor, kırmızı
Bir duygusu eksikti masanın
Öfke, sel, sevinç fırtınası
Gelip geçecekti gemiler
Ve sarıydı fenerlerin rengi

Her halükarda Beyoğlu'nda olmak güzel. Arkamızdaki ilginç grubun söylediği, çoğunu anlayamadığım şarkılar bizim ŞE'ye söylettiğimiz şarkılara karışırken ve masadaki az meze ile oyalanırken 2 şişeyi (ayıptır söylemesi) devirmişiz... Ekip şarkımız olan (ya da türkü demeliyim) "Evlerinin önü boyalı direk" i de söylemeyi ihmal etmedik. Saat 01:00'i geçmişti kalktık, Lebiderya'da bir kapanış yapalım diye. Müthiş manzara, kahve ve fındıklı votka (nasıl lezzetli bir şey yahu) ile saatin nasıl geçtiğini anlamamışız ki bir baktım 03:00'e geliyordu saat.

Eh yeni işimin ilk Cuma akşamı için iyi bir kapanış oldu. Gözlerimiz ND ve eşi MD'yi aradı, onlar Didim'de tatildelerdi. 04:00'e geliyordu yatağa kendimi attığımda, dişlerimi fırçalamak bile işkence oldu ama gecenin sonunda aklımda güzel bir tat kaldı. Seviyorum İstanbul'da yaşamayı ve (deliyim evet) bu koşturmacalı yaşamı. Binaların, trafiğin, denizin, vapurların, insanların, akıp giden hayatın içinde olmayı. Yok yok kardeşim, hep diyorum ya, ben öyle Datça'da bir ev alayım da inzivaya çekileyim tip bir insan değilim. Bu keşmekeş lazım bana. Acele, stres, heyecan. :) Allah akıl fikir versin diyeyim kendime ve artık bugünlük yazılara bir son vereyim.

Hiç yorum yok: