4 Ağustos 2007 Cumartesi

Hatırlıyorum...

[Baş Not: Bu yazı Georges Perec'nin (hayatta en sevdiğim 3 yazardan biridir kendisi) "Je me souviens" (Hatırlıyorum) adlı kitabından tamamen esinlenilmiştir.]

Uludağ'ı hatırlıyorum. Çok küçük bir çocuktum. Henüz kendine sosyete diyen sonradan görmeler tarafından istila edilmemişti. Büyük bir otelde; hangisi hatırlamıyorum, bir o kadar büyük bir ateş yanıyordu. Anneannem ve arkadaşları sucuk kızartıyorlardı. Hafiften uykum geliyordu...

En yakın arkadaşım Emel'i hatırlıyorum. 9-10 yaşlarında olmalıydık. Onun büyük aşkının (adını hatırlamıyorum) yazdığı mektuplardan parçalar okuyordu bana. Mektuplar çok komikti. Pembe kağıtlara yazılmışlardı. Şimdi düşününce 11-12 yaşlarında (sanırım) bir erkeğin pembe kağıtlara aşk mektupları yazması ne kadar da komik geliyor. O zaman çok romantik bulmuştuk...

Bir papatya tarlası hatırlıyorum. Annemle tarlanın içinde koşuşturmuş sonra da (hala duran) bir resim çektirmiştik. Resimde ben 9 numara gözlüklerimle spastik gibi görünüyorum. O ise her zamanki gibi çok güzel. Şimdi benim olduğum yaşlarda olmalı, hatta biraz daha genç. Bir başka papatya tarlası daha hatırlıyorum. Çocukluğumun bir bölümünü geçirdiğim Göztepe'deki evin önünde boylu boyunca uzanıyordu. Şimdi yerinde büyük büyük apartmanlar var. Hayranlıkla seyrederdim papatyaları...

Çok ama çok karlı bir günü hatırlıyorum. 86-87 falan olmalı. O kadar çok kar yağmıştı ki, tüm yollar kapanmış; işyerleri, okullar her yer tatil olmuştu. Bostancı İskelesi'ne doğru yürümüştük annemle. Karlara batıp çıkıyor, kendimizi karların içine atıp izimizi çıkarıyorduk. Daha sahil yolu yapılmamıştı. O zaman artık kullanılmayan plajlar bile duruyordu daha...

Bir yaz gecesi hatırlıyorum. Gece nöbetinden eve gitmek üzere çıkmıştık. Her zamanki servis şoförümüz hasta olduğundan başka bir araç bizi almaya gelmişti. Araç çok ama çok eski bir VW minibüstü. E5'te giderken rampada, en sağ şeritte, önümüzdeki kamyona tam 3 kere arkadan çarptık. Kamyon şoförü sonunda cinnet geçirip, kamyonu sağa çekti ve bizim gitmemizi bekledi. Arabadaki belki 10, belki daha fazla kız o kadar çok gülmüştük ki kahkalarımızdan şoför minibüsü kullanamamıştı. Sonra aynı gece aynı minibüsün tam 3 kere de lastiği patladı ama o çok ayrı bir hikaye...

Bir seçim gecesi hatırlıyorum. Sevgilimle bizim evde, annem tatilde olduğu için onun yatak odasına televizyonu taşımış, bütün gece yiyip içip ve de (neyse buraları sansürleyelim) konuşup seçim sonuçlarını seyretmiştik. Ha bir de 9,5 haftayı. Asla unutulmayacak bir geceydi...

Sahip olduğum tek bisikleti hatırlıyorum. Münih'de bir parkta babam bana ona binmeyi öğretmeye çalışmıştı ama becerememiştim, o da kızmıştı. İlk ve tek binişim olmuştu. Sonra annem onu arkadaşının oğluna hediye etti...

Anneannemin bana aldığı (bir çok kereler almıştı da bu bir tanesi) 2 civcivi hatırlıyorum. 9. kat balkonundan aşağı düşmüşlerdi. Ben öldüler diye kendimi parçalarcasına ağlarken 3. kat komşusu getirdi onları. Onun balkonuna düşmüşler ve ölmemişler. Daha da çok ağlamıştım. Ama bu kez sevinçten...

Bir yaz günü öğlen yemeğini hatırlıyorum. Anneannemi Develi'ye götürmüştüm (Kalamış'ta bir restoran, aslı Samatya'da). O kadar mutluydu ki. Hem benim parasını ödediğim bir yemeği yemekten. Hem onunla zaman geçiriyor olmamdan. Hem sohbetimizden. Hem havanın güzelliğinden. Hem canın ne istiyorsa ye tamam mı dememden...

Üsküdar'daki konağın tuvaletini hatırlıyorum. O kadar uzundu ki, korkardım girmekten. Nalınlar ve taaaa en dibinde bir alaturka hela. Her yer taştı.

Emel'in öldüğünü öğrendiğim günü hatırlıyorum. Cilt kanseriydi. Daha 21 yaşındaydı. Nişanlıydı. Pembe mektupları yazan çocukla hem de. İnanmadım. Hala inanmıyorum...

Bir Cumartesi gününü hatırlıyorum. Kadıköy'de, gittiğim üniversiteye hazırlık kursunun olduğu sokağın başında duruyordum. Sevgilimi bekliyordum. Sanırım maça gidecektik. 3 saat bekledim. Geleceğini biliyordum. 3 saat sonra geldi. O, böyleydi...

Başka bir yaz gecesi hatırlıyorum. Çınarcık'taki yazlık evde, sivrisineklerin bombardımanına uğramış, üzerimize camdan kopartarak aldığımız tülü sermiştik. Ama sivrisinekler tabii tülü falan umursamamış daha da büyüyen bir hırsla yolmuşlardı her tarafımızı...

Bir Aralık akşamı hatırlıyorum. O kanserdi. Onu görmeye gidiyordum. Ama geç kalmıştım. Biraz önce ölmüştü. 32 yaşındaydı. Bütün gece gülme krizi geçirmiştik. Duvar kağıtlarındaki çiçekleri saymıştık. Sayısını hatırlamıyorum şimdi...

Bahar günlerinden birini hatırlıyorum. 83 yılı olmalı. Okuldan çıkmış Galata Köprüsü'nden Eminönü'ne yürüyordum. Vapura binmek için. O arkamdan geliyordu. Biliyordum. Yavaşlamaya çekiniyordum. Onu ne kadar da çok seviyordum. Sonunda o bana yetişti. İkimiz de bunu bilerek yaptığımızı biliyorduk. Ama asla birbirimize itiraf etmedik. Bir kaç ay sonra ayrıldık...

En yakın arkadaşımla otobüste bir akşam hatırlıyorum. Eve gidiyorduk. Aylardır vapurda kesiştiğimiz yakışıklı çocuk önümüzde ayakta duruyordu. Hangimiz daha çok aşık kestiremiyorduk. Künyesinden ismini okumak üzereydik. Vee işte. "Şevket". O an aşkımız bitti...

Troleybüsleri hatırlıyorum. Sürekli tepesindeki sopası çıkardı. Ne kadar eğlenceli araçlardı. Sabah okula gitmek için binerdim. ..

Moda, Caddebostan, Bostancı vapurunu hatırlıyorum. Her akşam okuldan çıkınca anneme gider, o işten çıkınca, o, ben, onun arkadaşları hep birlikte o vapurla giderdik eve. Kendimi onların yanında büyük sanırdım...

Teyzemin ilk işini hatırlıyorum. Karaköy'de bir şirketteydi. Kocaman bir salonda, ortada bir masası vardı. Ne iş yapıyordu? Muhasebe ile ilgili bir şey olmalı. Ona ne kadar özenmiştim...

Onun deli gibi ağladığı günü hatırlıyorum. Aşık olduğu çocuktan ayrılmış, aşık olmadığı ama statü olarak kendine çok uygun bulduğu çok zengin çocukla evlenmeye karar vermişti. Son bir kez buluşmuşlardı. Çok üzgündü. Ona olan saygımı yitirmiştim...

İlk maaşımı aldığım günü hatırlıyorum. 107.000 TL. Ne kadar da çok paraydı. Kendimle ne kadar da gurur duymuştum...

... devamı haftaya.

Hiç yorum yok: