Bu akşam vapurdan indim, baktım Tayyip Erdoğan Kadıköy Meydanı'nda konuşma yapıyor... Elimde değil, haksızlık mı yapıyorum şüpheleri içimi kemire kemire hiç hoşlanmıyorum kendisinden... Aklıma eskiden yazdığım bir yazı geldi, onu koyayım istedim günlüğe...
Görecelik Kuramı'nın işlediği bir çok şeyden biri de "iyilik". Neyin iyilik olduğu, kime göre iyilik olduğu, ne kadar iyilik olduğu son derece değişken bir şey bana kalsa. İyilik diye yaptığınız şey aslında çok kötü sonuçlar verebileceği gibi, istemeden bile olsa kötülük diye yaptığınız başka bir şey o insan için çok iyi sonuçlar verebiliyor. İyi olmak için özellikle çaba gösteren insanlar son derece itici olabileceği gibi, kötü gibi görünen insanlar sadece öyle görünüyor ama aslında iyi olabiliyorlar. Yaşam karşıtlık üzerine kurulu hepimizin bildiği gibi. İyilik ve kötülük konusu da hiç bitmeyen tartışmalarımız arasında bu yüzden.
Ben çocukken herkes iyiydi. Ya da biz öyle sanıyorduk. Dünya mı daha saf ve temizdi? Belki de. Ya da bizim dünyamız öyleydi.
Toplumun imece usulü yaşadığı günlerdi. Kaynaklar kıttı (hala kıt da biz yapay bir dünyada kurduk aslında) ve bireysellik diye bir şey bilinmiyordu. Bir kuyruğu giren, herkes için kuyruğa girmiş sayılır, bir yemek yapan tüm mahalle için yapmış sayılır, bir düğün olunca herkes çağırılır, bir cenaze olunca herkes koşardı. Herkes öylesine birbiri için de yaşardı ki, hiç bir şey zor olmazdı. Yorganlar, yastıklar, yataklar sırayla açılır, pamuklar beraberce atılır, herkesinki birlikte doldurulur, kimin çoktu kimin azdı bakılmazdı. Turşular kurulur, reçeller yapılır, herkesinki birbirine dağılırdı. Yazın, bahçelere, çıkmaz sokaklara herkes masa çıkarır, metrelerce masa kurulur, yaz ramazanlarında bütün gece keyif, sohbet, muhabbet gırla giderdi. Terörün kol gezdiği, herkesin birbirini yediği günlerdi ama nedense sağcısı, solcusu, futbolcusu hep birlikte yemek yenir, tartışmalar, kavgalar bile tadında bırakılırdı. Bizim mahallenin büyüsü müydü? Bilinmez. Sinemaya, tiyatroya, gazinoya, pikniğe birlikte gidilir, herkes bir şeyler getirir, çocuklar el üstünde tutulur ama tatlı da bir disiplin olurdu.
Hiç bir şeyimiz yoktu ama iyilik vardı. Herkes mutluydu. Ağaçlardan meyvelerin yerlere döküldüğü, tarlalardan sebzelerin koparılıp alındığı, kışın kar, baharda yağmur yağan, yazın sonsuz yıldızlarla dolu gecelerin hala var olduğu o günlerde, iyilik, dürüstlük, doğruluk öylesine normal bir şeydi ki, paradan bahsetmek ayıptı. Biri sıkışınca gizli bir güç devreye girer, yardım bulunur buluşturulur, çocukların haberi bile olmazdı. (Uyanıklar hariç!) Öğretmenlerin, doktorların, eczacıların, yargıçların hala çok ama çok saygın insanlar olduğu, herkesin gazete, kitap okuduğu o günlerde hep iyilik kazanırdı. İyi insan sallanır ama yıkılmaz, dürüst insan hep kazanır, iyilik yapılır sana geri döner, iyilik yapıp denize attığında balık bilmezse halik bilirdi.
Çevren sana ne öğretirse sen de öyle olursun ya, biz de böyle saf çocuklardık işte. Biz de son olduk. En son nesil. En son saf nesil orta yaşlarına yaklaşırken böyle aptallaşmamızın nedeni de bu değil mi zaten? Bize böyle öğretmemişlerdi.
Bizi Cumhuriyet çocukları yetiştirdi. Biz, kadın erkeğin bir arada dostça yaşadığı, kimsenin kafasını falan örtme ihtiyacı olmayan, insanların birbirini aptal ahlak kuralları ile değil iyiliği, hak geçmemesini, bilgiyi gerektiren kurallarla yargıladığı, gerektiği kadar erdemli, gerektiği kadar anlayışlı, gerektiği kadar disiplinli, gerektiği kadar dertli, gelecekten umutlu, iyi insanlar gördük. Başka bir şey mi görmeliydik? Bilmiyorum. Bunlara hazırlıklı değildik belki de. Belki de bu yüzden bocalıyoruz. Bu insanlar nereden geldiler? Bütün kurallarını kadınla erkeğin bacak arasına göre ayarlayan bu kafasının içi garip cinsel problemlerle dolu insanlar mı bizim başımızda olmalıydı? Bu, işi bilmenin, uzman olmanın, bilimin değil, akraba, yandaş, fikirdaş olmanın önemli olduğu garip güruh mu bizi idare etmeli? Bunu mu hak ediyoruz? Bu kadar mı azınlık kaldık? Bu şehir, bu ülke hep mi böyleydi? Yoksa biz kendi içimizde başka bir rüya şehrinde mi yaşadık? Kötülük hep vardı. Ama biz bilemedik. Göstermediler.
13 Eylül 2004
1 yorum:
"Kafasını falan örtme ihtiyacı olmayan " bu cümleyi söyleyen bir zihniyet de yoktu biz çocukken. Ama görüyorum ki siz çocukluğun saf temiz yıllarını anlatırken kendinizin ve düşüncelerinizin ne kadar kirli olduğunu da anlatıyorsunuz. Doğruluk dürüstlük her dine inanışa ırka mezhebe saygı gösteren bir düşünce gerektirir görüyorum ki siz çok yoksunsunuz...
Yorum Gönder