20 Temmuz 2007 Cuma

(Aslında hiç de sıradan olmayan) sıradan bir gün...

Bahçede oturuyoruz... Babam kalkıyor... İçeriye gidiyor... İçeriden traş makinesinin sesini duyuyorum... Anımsıyorum... Çocukluğumdan kalan sesler arasında bu traş makinesinin sesini buluyorum... Hatta araba kullanırken traş oluşunu seyrettiğim bir resim bile geliyor gözümün önüne... Tanıdıklık ne güzel şey... İçime sıcak sıcak bir duygu akıyor...

Birazdan akşam olacak... Babam sardalya almış... Sonradan adının "boklu kebap" olduğunu söylediği ızgara sardalyayı pişirecek birazdan... Ben de salata yapmaya girişiyorum... Sakiniz... Çok da konuşmaya gerek yok... Birlikte olmamız bize yetiyor... Sanki hep birlikteymişiz gibi... Sanki yıllar geçmemiş, paylaşılmayan, eksik kalan şeyler olmamış gibi... Yeri geldikçe anlatıyoruz... Ben evliliğimden bahsediyorum, işimden, annemle yaptıklarımızdan, gittiğim yerlerden, arkadaşlarımdan... O çocuklardan, kardeşlerimden; bende yaşayamadığı çocuk sevgisinin yüzünden onları fazla şımartmış olabileceğinden bahsediyor, yaptığı işlerden, 70'li, 80'li yıllardan... Memleket meselelerine girişiyoruz sıkça, fikirlerimizin ortak olması mutlu ediyor beni... Güzel şey insanın babasının konuşmalarından gururlanması... Güzelmiş... Bunu keşfetmek sevinç veriyor bana...

Babam sudoku hastası... Boyuna onları çözüyor... Ona bunun kitapları olduğunu söylüyorum, heyecanlanıyor. Alıp yollamayı vaad ediyorum... Yapmalıyım yakında diye geçiriyorum içimden ihmal etme korkusu ile... Çok meraklı matematiğe kendisi... Annem hep söylerdi zaten... Ben de ona çekmiş olmalıyım... Oldum olası sevmişimdir rakamları... Benim gibi herşeyin içini açıyor bir de, eski bir çakmakla saatlerce uğraşıyor, tamir edip sonra da bana hediye ediyor onu... Hoşuma gidiyor o çakmağa bakmak şu anda... Ondan bir parça, yaşayan bir parça işte... Telefonunda yapamadığı şeyleri bana soruyor, yapıyorum, "helal be!" diyor, "benim kızım da mühendis benim gibi ama benim kafam almıyor teknolojinin fazlasını işte". Ağlayacak gibi oluyorum... Benim kızım demesi ne kadar da güzelmiş meğerse.



















Akşamları kol kola yürüyoruz köyümüzün kordonunda... Bir çok akraba, arkadaş... Herkes beni selamlıyor, ayaküstü konuşuyoruz... Bazılarını anımsıyorum, bazılarını yeni tanıyorum.... Kocaman bir ailem varmış, keşfediyorum... Köyümüz Çardak. Küçücük bir yer... Denizi muhteşem, hele de gün batımı... Babamın evinden de gün batımı çok güzel görünüyor... Koşup resmini çekiyorum, kaydetmek istiyorum herşeyi, en ince detayları bile, zamanla sıradanlaşacaklar ama daha yeniler benim için, çok değerli hepsi de...

İlk karşılaşmamızda sarılmıştım ona sıkı sıkı da ağlayamamıştım, belki önceden çok ağladığımdan. O da düşünmüş çok, ben de düşünmüştüm hep; anlaşabilecek miyiz, kafamız uyacak mı, neşeli bir insan mıdır, karamsar mıdır, alışabilecek miyiz birbirimize, konuşabilecek miyiz vs. vs. vs. Oysa kaynaştık işte... Boş yere ertelemişim, boş yere korkmuşum yıllarca... 3, 4 gün önceydi, sanki yıllar geçmiş gibi şimdi... Demek gerçek sevgilerin zamandan etkilenmemesi böyleymiş. Bir de kabul etmek gerekirmiş olan şeyleri. Sorgulamamak gerekirmiş. Suçlamamak. Ne kendini, ne de karşındakini...

İnsanın babası olması güzelmiş... Kıymetini bilmek gerekirmiş... Elindekini elindeyken sevmek gerekirmiş... Elinde tutmak için emek vermek gerekirmiş...

Hiç yorum yok: