Mutluluk; herkesin arayıp bulamadığı, dünyanın sadece; asla varılamaz, varılsa da dönülemez, dönülse de yaşamaya gücün kalmaz yerinde yetişen nadide bir bitkidir. Mutluluk öyle kısa bir an gelir ki, yakalarsan tutabilirsin, yakalayamazsan kaçıp gider. Mutluluk o kadar küçüktür ki onu; ancak onu görmek için açık gözler, duymak için hazır kulaklar, hissetmek için bekleyen eller kavrayabilir... Mutluluk var mıdır? Mutluluk yok mudur? Bilinmez... Tek gerçek şudur: Mutluluk sendedir eğer mutlu olmaya varsa niyetin.
Nasıl da arıyoruz değil mi? Her köşebaşında, her güneş doğumunda, her günbatımında, her bulutta, her seste, her ışıkta, her notada, her renkte, her şeyde, her yerde onu arıyoruz. Bir gün onu bulabilme ümidi bizi yaşamaya zorluyor. Bir gün geleceğine, bizi bulacağına, kapıyı çalıp bak ben geldim diyeceğine olan inançla bir sonraki günü karşılıyoruz. Asla bulamadan bu dünyayı terk edip gidenler ile, bulduğunu zannedip kendini kandıranlar olduğu gibi, hiç bulunmadığına inanıp, karşısına çıksa da onu görmeyenlerimiz var. Hiç bir şeyi özlemedik onu özlediğimiz kadar... Hiç bir şeye inanmadık ona inandığımız kadar... Ve hiç bir şey bizi bu denli hayal kırıklığına uğratmadı. O tren bir gün benim istasyonda da durur mu diye düşünürken, baktık ki tren geçmiş... dumanının izi kalmış... biz ise... uyuya kalmış kaçırmışız onu. Ve yine kaçınılmaz soru... Bu düzen niye böyle? Niye böyle kurulmuş bu dünya? Kime isyan edelim? Tanrıya mı? Neye yarar? Değiştirebilecek miyiz? Asla! Geliştirebiliriz ancak... O da inancımız varsa.
Dünyayı kuran ulu mimar şöyle düşünmüş olmalı; çıkarın kağıtları yazılı yoklama yapacağım! Soruları; cesareti ve bilgisi olanlar çözecek ve dünyada bulacaklar hasretle bekledikleri cenneti. Bilgisiz, yeteneksiz, cesaretsiz olanlar ise kendi cehennemleri içinde hapis yaşayacaklar, sınavı belki de başka bir yaşamda bir kez daha alacaklar.
Çok zengin, çok başarılı, çok sevilen, çok ünlü, çok güzel ya da çok başka bir şey olmanız yetmez geçmek için bu sınavı. Görebilmek gerekir, duyabilmek, hissedebilmek, koklayabilmek, tadabilmek, sezebilmek... Çevreni bakan değil, gören gözlerle inceleyebilmek.
Sahip olduklarının değerini bilenler ilk soruyu çözmüş sayılırlar. Bunlar kaybedince değil, elindeyken bilir her sahip olduğunun değerini, korur ve sever onu, emek verir. Çevresine sevgi verenler 2. soruyu da aşmıştır. Sevgiyle yaklaşırlar herkese; insanlar arasında ayırım yapmadan, diline, dinine, rengine, zekasına bakmazlar, herkesi olduğu gibi görürler. 3. soru zordur; cesaret gerektirir. Kolay yolu değil zor yolu seçenler bunu bilir. Zordur, emek ister, alınteri ama sonunda başarmanın onuru vardır, tatmini. 4. soru daha çetrefillidir; karşılık beklemeden vermeyi gerektirir. Karşılık beklemek öylesine içimize işlemiştir ki bu soruyu çözebilenler çok azdır, hemen farkedilir. 5. soru en zorudur, mülkiyet duygusundan sıyrılmaktır özü. Bu soruyu çözenler bilirler mülkiyetin sonu gelmez bir kuyu olduğunu. Derine indikçe daha hızlı düşülen.
Sözün özü; bu sınavda tam puan alan insan evladı pek olmasa da en azından bilelim ki, mutluluk çevremizdedir, içimizdedir. Onu bulup çıkarmak elimizdedir. Çok şey bekledikçe, daha çok istedikçe bizden uzaklaşır. Sevdikçe, elimizdekilerle yetindikçe, verdikçe bize gelir, yakınlaşır, büyür, içimize yerleşir.
Söylemesi kolaydır. Yapması zordur vesselam!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder